Cilt 2 - Lehçe-t-ül Hakayık
Kadının kişiliğini yaratan ne terbiye, ne baskı. Ona özellik veren
aşk
ve omuzlarına yüklendiği misyon. Çağdaş toplum kadını erkekleştirme
yolunda. Cemiyeti değerli bir yardımcıdan mahrum eden bir yöneliş bu.
Üstelik kadına mutluluk da getirmiyor. Mutluluk vaadi laf.
Kadının
içinde bulunduğu şartlar... bundan daha büyük adaletsizlik olur mu?
Neden kadın erkeğe boyun eğmek zorunda kalsın? Erkeğe, yani yaratılışı
bakımından, hatta ahlâk ve zekâ bakımından kendisinden daha aşağı bir
varlığa. Neden herkesten küçük görülsün? Niçin en büyük sayılan
zevklerin dışında bırakılsın? Neden erkek kadar hakları yok? Neden erkek
için şeref sayılan, kadın için yüz karası? Erkekten daha ahlâklı olması
neden istenir?
Neden çok daha büyük fedakârlıklara zorlanır?
Bütün
bu haksızlıklar erkeğin eseriydi bana göre. O, hayatta aslan payını
kendine ayırmıştı. Kısacası, bir adaletsizlikti bu. Ve kolayca ortadan
kaldırılabilirdi.. Bu sözde haksızlıklar kadının misyonundan, bu
misyonun bizde yarattığı
eğilimden doğuyordu. Bizde, yani bütün
kadınlarda. Kadın bu misyonu başarabilsin veya başaramasın..
Eşitsizliğin kaynağı, toplumdaki âhenk. Orgdaki ses âhengi çeşitli
boylardaki borulardan gelir. Toplumdaki âhenk de ayrı ayrı misyonları,
ayrı ayrı özellikleri olan kadınla erkekten.
Kadın Ruhunun
Anahtarı, Merkezinin Kendi Dışında Oluşu
Ne lüzum var inkâra: Erkek
başka, kadın başka.. Herkesin bildiği vücut ve ruh farkları bir yana,
kadını erkekten ayıran önemli bir fark var.. Aşağı yukarı ötekilerin
temeli bu fark.
Kadın özgecidir (diğergam), merkezi kendi dışındadır.
Yani, hazlarının da kaygılarının da bir başkasıdır kaynağı: Sevdiği ve
sevilmek istediği biri: Koca, çocuklar, baba, dost, vs...
Çevresindekilerin ne sevinçlerine yabancı kalabilir, ne acılarına; kadın
onlarsız kâm alamaz hayattan. Onlara beğendirmek için yaratır, onlar
beğenmiyor diye yıkar. Onların hoşuna gitmeye çalışır. Damak zevkleri de
kulak, göz, kafa zevkleri de vız gelir kadına.
Düşündüğü ve
kendisinin düşünen biri yoksa, kendisiyle beraber kâm alacağı,
kendisiyle beraber hareket edeceği biri yoksa zevk alamaz hayattan,
yaratamaz, iş göremez. Başkaları için yaşamaya can atan kadın, kendisini
başkalarına feda etmeye hazır olan kadın, başkalarından gördüğü
iyiliklere sonsuz bir minnettarlık duyan kadın, başkalarından
minnettarlık görmeyince, başkaları kendisiyle ilgilenmeyince, kendisi
için yaşayacağı, kendisi için hayatını fedadan çekinmeyeceği biri
olmayınca mahvolur. Böyle birine kavuşunca coşar, üzülüyorsa böyle
birinden mahrum olduğu içindir. Yani, aydınlatacağı biri yoksa alevi
söner kadının.
Erkek öyle mi? Ne egoisttir o. Daha doğrusu
merkezi kendi içindedir. Yani, yaşadığı dünyanın merkezi kendi şahsı,
kendi çıkarı, kendi hazları, kendi meşgaleleridir.
Tek başına
yaşayabilir erkek, hayatın tadını çıkarabilir. Çevresindekiler
sevinçliymiş, üzüntülüymüş ona ne! İlgilenmez başkalarıyla. Onlar da
kendisiyle ilgilenmeyince fazla üzüntü duymaz. Kendi rahatını düşündüğü
için her heyecandan kaçmak ister. Aşksız da yaşayabilir, kinsiz de.
Sevinçli olmuş veya olamış aldırmaz. Başkaları beğenmiş veya beğenmemiş
umurunda mı?
Çizdiği yolda yürür gider. Damak, göz, kulak zevklerine
bayılır. Zengin olacak, hükmedecek herkese, kafasını geliştirecek.
Hazlarının merkezi kendisi.
Çocuklara bakın: Kız, bebeklere
düşkündür. Erkek, tüfeğe. Kız, anne olmak ister, öğretmen, hastabakıcı
olmak ister. Küçüklerle oynamaktan, onları okşamaktan, okşanmaktan
hoşlanır. Kendisini annesine veya hocasına beğendirmek için deli divane
olur. Erkek kendinden büyüklerini arar. Ya arabacı olmak ister, ya
general. Kumanda edecek, herkes boyun eğecek ona. Durup dururken yardım
etmez annesine, ya korktuğu için yardım eder ya mükâfat beklediği için.
İnsan
yedisinde ne ise yetmişinde de odur. Yaşlanan erkek kavgadan çekilir.
Başkasının kendisiyle ilgilenmesini ister, ama kendisi hiç kimseyle
ilgilenmek istemez. Fakat, yaşlanan kadın hayat kavgasından çekilmek
şöyle dursun, çalışma sahasının daraldığını gördükçe kendini yer. Daha
çok çalışmak ister, daha hassaslaşır. Kendini başkalarına feda
edemeyince, ister ki başkaları doğruluğuna inandığı davaları için
fedakârlık yapsınlar. Tapar torunlarına. Yavrular onun için hem büyük
bir dert, hem büyük bir hazdır. Çocuklarından çok torunları için
çırpınır. Kimsenin yaptıklarını beğenmez.
Hep iş arar kendine. Hep kaygı
arar. Arkada kalan yılların yalnız üzüntülerini hatırlar. Hayatın
tadını çıkaracağı yıllarda eskisinden bin kat beter üzülür.
Kadının
hayatında en baytiyar çağ, bütün varlığını ailesine, bütün varlığını
cemiyete verebildiği çağdır. Gerçek ve tabii bir heyecan. Kendi
başkaları için çırpınır, başkaları onun için. Kadın, çocuğu için hem süt
anne hem terbiyeci, hem sevgili olduğu yıllarda bahtiyardır.
Uğrunda
didineceği kimsesi yoksa, kendine bağlanacağı kimse yoksa ölür gider
kadın. Evlenmemiş bir kız düşünün. Ne kardeşi var ne yeğeni. Sevmiyor ve
sevilmiyor. Acılarını dindirecek kimsesi yok, fedakârlık edemiyor.
Duyguları hiç kimsenin işine yaramıyor, ne öğretmen ne hemşire. Canlı
bir hedefi yok. Ne olur bu kızcağız? Solar ve kurur.
İşsizlik,
ilgisizlik, en büyük felâket kadın için. Heyecansız bir hayat,
bağlanamamak, kendine bağlayamamak. Ölümden beter.
Kadın Neden
Başkası İçin Yaşar?
Yalnız kadın mı? Dişi hayvanlar da, bitkiler
de başkası için yaşar. Çiçekler taç yapraklarını feda ederler
aşka.Dişi, kendine etmese hayat bir hamlede sona ererdi. Kadının bu
fedakarlığı daha derin bir iç güdüden geliyor.
Erkekde de kadında da hep
aynı iç güdü. Büsbütün ölmemek kaygısı. Ölünceye kadar bunun için
didinmiyor muyuz? Bir gönülde, bir kitapta bir mermerde yaşamak.Tabiat bu
kubbede hoş bir seda bırakmamız için yaratmış aşkı. Aşkı ve
ihtirası.İstikbale taşmak, adımızı bizden sonra yaşatmak, bir vücutta
yeniden gençleşmek veya kafamızdan bir dünya yaratmak.
Sonsuza damgamızı
vurmak.
Bu amaca varmak için hangi acıya katlanılmaz?
Ebedîleşmek için ölmek. Anne çocuğu için her fadkârlığa katlanır. Erkek,
eseri için. Acı, bir şehvet olur onlar için. Batan gemiden çocuklarını
kurtaran kadın gülerek can verir..
İhtiras, yani bir eserde
gerçekleşmek, bir eserde yaşamak arzusu hem bir erkeği kanatlandırabilir
hem kadını.
Ama aşkta ebedîleşmek yalnız kadının imtiyazı. Ancak anne
ölümsüzlüğünü bütün genişliği ile duyabilir. Varlığından bir parça
gelişecek, istikbali fethedecek, yaşayacaktır.
Ağaç meyve vermiştir
artık. Kadın bunun için aşka susuzdur. Kendini sevgiye ve sevgiliye
adayışı bundan. Başka biri için yaşayan onu sezmek, anlamak
ihtiyacındadır. Kadın, bunun için daha çok sezgi, daha çok duygu. Hayatı
yaratmak, yani başkasında yaşamak. Onu yarınlara götürecek olan:
Çocuğu.
Erke için öyle mi? Onu ebediyete götüren köprü, çocuğu
değildir. Vücudundan bir vücut çıkaramaz.
O, kafasıyla, kalbiyle veya
eliyle yaratmak zorundadır ebediyetini. Bunun için de varlığının merkezi
kendisi. Klavuzu, aklı ve menfaatleri. Erkek, hayatını feda eder de
ihtiraslarından vazgeçemez.. Cinslerin ruh dünyasını kesin çizgilerle
birbirinden ayırmak imkansız.
Ama kadının kaderine hükmeden bu
alterocentrisme, erkeğin kişiliğini biçimlendiren ise egocentrisme.
Çevresindeki
insanlarla yürekten ilgilenmek kadının kadınlığından geliyor.
Ama,
çektiği acıların kaynağı da bu. İşte davanın can alacak noktası.
Egoizmle zırhlanmayan için en âsûde hayat korkunçlaşır. Hayatın
belkemiği: Egoizm. Kendi yolunu aydınlatan bir fenerdir egoizm.
Egoistin, hedefine varmak için kimsenin yardımına ihtiyacı yoktur.
Nereye gittiğini bilir ve tek başına yürüyebilir. Özgeci (diğergam
kimse/kadın) yapamaz bunu. O, yalnız sevmek ve sevilmek için değil,
yürümek için de başkalarına muhtaçtır. Bir sarmaşıktır özgeci. Kuru bir
dalı, soğuk sert bir duvarı çiçeklerle, yapraklarla donatmak isteyen bir
sarmaşık. Dayanacağı, kucaklayacağı kuru bir gövde yoksa solar. Cansız
bir duvar yaşatır onu.
Kadın egoizmden mahrum, yani belkemiksiz.
Bunun için erkeğe muhtaç. Sabit bir noktaya ihtiyacı var. Yoksa
rüzgârın önünde bocalar durur. Belli bir hedefe yöneltilmek zorundadır.
Bu susuzluk zekâ noksanlığından doğuyormuş. Kötü bir terbiyenin
eseriymiş. Yalan. En iyi terbiye bile kadının bu başkasına dayanma
hasletini yok edemez. Bilakis zekâsı geliştikçe bu ihtiyaç da büyür.
Kendini bir kasırgaya tutulmuş hisseder kadın:
Düşünceler, düşünceler.
Hangisini seçecek? Değeri ne bunların? Ne işe yararlar?
Kadının
zekâsı: seziştir, muhakemeye dayanmaz.
Bu zekâ uçarak varır hedefe. Adım
adım değil. Ama neden varır? Nasıl varır? Bulduğu, gerçeğin kendisi
midir? Bu sualler mahveder onu. Demek, kadın zeki olduğu ölçüde
kendisine destek olacak bir başka zekâya muhtaç. Kendisininkinden farklı
bir zekâya. Zekâsını tamamlayacak bu zekâ, aydınlatacak, sezişlerini
değerlendirecek. Yoksa, limonlukta yetiştirilen çiçekler gibi yaprak
yaprak dökülür bu zekâ. Kır çiçekleri kadar olsun yaşayamaz.
Ancak
erkekleşen kadın böyle bir yardıma ihtiyaç duymaz. Kadın, kadın
kaldıkça desteksiz edemez.. Arzular da kâh büyük, kâh küçük. Hep aynı
değiller ki.. Yani minnacık bir arzu için büyük dertler hazırlamıyor
muyuz kendimize?
Kadın, işine gelenle gelmeyeni birbirinden ayıracak
ölçülerden mahrum. Hedefini bir başkasının göstermesi lazım. Yoksa kâh
sezişlerine tekeder kendini, kâh zaaflarına. Saatten saate, dakikadan
dakikaya değişir. Sevdikleri kendi dışında. Sırf kendi zekâsı, kendi
gücü, kendi imkânlarıyla nasıl varsın onlara? Bu meş'um aşk onu ister
istemez başkalarına bağlar.
Erkekler her istediğini elde
edebilir. Sabretmesi, çalışması yeter. Zengin de olur, yükselir de.
Hedefe bir başına erişebilir. Kadının değişmeyen, elle tutulur bir
hedefi yok ki. Sevgi kaderin kaprisi. Erken veya geç doğmak, falan
ülkeden, falan tabakadan olmak, sevimli olmak, rüyasındaki erkekle beş
yıl evvel, beş yıl sonra karşılaşmak. Hayatı tesadüfün elinde.
Çevresindekiler onu sevmiyorsa ne yapabilir? İrâdesiyle, zekâsıyla,
gayretiyle sevdirebilir mi kendini?
Aşk satın alınamaz, menfaatle ilgisi
yok. Aşk, kadının bütün hayatı. Ve aşk baştan başa kapris. Ne facia!
Facia bu kadarla da bitmiyor. Başkalarında yaşayan kadın, başkalarının
gönlüne, başkalarının zevklerine ferman dinletemeyeceği için ıstırap
içindedir. Duygularıyla menfaatlerini bağdaştıramadığı için ıstırap
içindedir.. Kadının saadeti ne kazanacağı şöhrette, ne yükseleceği
mevkidedir. O sevmek ve sevilmek ister. Hayatı yaratmak, gözyaşlarını
kurutmak, çevresindeki bütün canlıları mutluluğa kavuşturmak ister.
Bütün sevinçlerinin, bütün kaygılarının kaynağı budur. Ama arzularıyla
menfaatleri boyuna çatışmaktadır.
Çocukları olacak, geceleri
uykularını feda edecek. Ömür boyu kahırlarını çekecek. Bunda ne çıkarı
var kadının? Çocuk yapınca daha mı sıhhatli olacak? Şöhreti mi artacak,
itibarı mı? Genç kız baba ocağının sevgilisi, göz bebeğidir çok defa.
Dilediği gibi yaşar, dilediği gibi harcar. Hürrüyetini, rahatını,
içtimai mevkiini, hatta bazen şöhretini bırakıp bir erkeğin peşine
düşmek. Hem de çok defa feda ettiklerine karşılık kendisine ıstıraptan
başka hiç bir şey vermeyecek olan bir erkeğin peşine. Bu mu menfaat?
"Evet
eskiden kadın sevgiye atıyordu kendini, başkaları için yaşıyordu; bugün
de, çekinerek başkaları için yaşayanlar var.
Ahmakça bir soyaçekiş,
alışkanlık. Bu gerici yönelişleri ayaklar altına alacağız, biz yeni
kuşaklar baştan başa değiştireceğiz." İhtiyar tarih, ilk defa duymuyor
bu lakırtıları. Mâziyi yıkmak isteyen ilk nesil siz değilsiniz. Ama
zavallı dostlarım, kadın oldukça uzun bir zaman güya çıkarı peşinde
koştuktan, bağımsızlığına kavuştuktan, şöhret servet kazandıktan sonra
sahneden çekildi, bir de baktık ki bir hayale kaptırmış kendini. Dimyata
pirince giderken.. İkbal avutamamış onu, alış doyuramamış. Gerçek
sevinci ferâgatte bulmuş kadın. Annelikte bulmuş. Kendini
çevresindekilere adamakta bulmuş. Ve tarih boyunca menfaatleriyle gönlü
arasında sallanmış durmuş kadın, rakkas gibi. Menfaatlerini feminizm
bayraklaştırmış, gönlünü annelik doyurmuş.
Erkeğin tatmadığı bir
acı bu. İstediği, irâdesine tâbi onun. Menfaatleri çok defa arzularıyla
âhenk halinde..
Bitmedi. Kadının sevdikleri hep aynı kalmazlar.
Boyuna değişir arzuları, değer ölçüleri değişir. Delikanlı,
nişanlısından şiir ister, zerâfet, tabiilik, toyluk ister. Aynı
delikanlı, koca oldu mu kadından sadece evini idare etmesini, tecrübeli
olmasını, hesaplı kitaplı olmasını ister. Hakkı var.
Erkek için hayatın
gayesi aşk değildir. Sittin sene aşkla uğraşamaz. Ama kadın bu yeni
isteklere nasıl uydursun kendisini? Nasıl acı çekmesin?
Çocuk
annesinin bir dakika yanından ayrılmasını istemez. Her an bakım bekler.
Teselli bekler. Yıllar geçer çocuk delikanlı olur. Annesinin kendisini
rahat bırakmasını ister. Öğütleri, tecrübeleri öfkelendirir onu. Kendi
başına buyruk yaşamak ister. Haklıdır da. Kendisi tecrübe edecek hayatı.
Başkasının tecrübesi işine yaramaz ki. Ama anne buna nasıl katlansın?
Ömür boyu başlıca vazifesinin çocuğuna yardım etmek, onunla ilgilenmek
olduğuna inanmış. Bu alışkanlıktan vazgeçebilir mi bir anda? İşte yeni
çatışmalar, yeni trajediler... Erkek bütün bunların dışındadır. Onun
sevgilileri zamanla değişmez. Birbirleriyle çatışmazlar. Erkek zafere ve
şöhrete erişmek için boyuna yolunu değiştirmek zorunda değildir. Hatta
hep aynı yönde ilerlediği ölçüde başarıya ulaşır..
Demek ki
kadının kurbanı olduğu trajedilerin kaynağı ne aksi tesadüfler, ne
beşeri kanunlar, ne erkeklerin kötü oluşudur.
Bu facianın kaynağı,
kadının misyonu. Başkalarına ihtiyacı oluşu, başkalarını sevişi.
Başkaları tarafından sevilmek isteyişi. Kanuni durumunu düzeltmişiz,
mesut olacak değil ki. Kadını mesut etmek için erkeği terbiye etmek
lazım.
Erkek kadını daha iyi anlamalı, ona daha iyi yardım edebişmeli
ki, acıları dinsin kadının.
Kadının arzularını tanımadan onu
nasıl mutluluğa eriştirebiliriz, onu ve onunla birlikte erkeği yani
cemiyeti. Bunun için
hem erkeği, hem kadını aydınlatmak, ikisini de
faydasız anlaşmazlıklardan kurtarmak lazım.