Burada
yer alan makaleler, Faktizität und Geltung (1992) adlı kitabın
yayımlanmasından sonra ortaya çıkmıştır. Bu çalışma, cumhuriyetçi
ilkelerin evrensel içeriğinden yola çıkarak, günümüz sorunları
karşısında hangi çözümlerin olabileceği konusunda bize ışık tutacaktır -
özellikle de çokkültürlülüğün ortaya çıkardığı çelişkilerin yoğun bir
biçimde görüldüğü çoğulcu toplumların, uluslar-üstü bir birlik
oluşturmak için bir araya gelen ulus-devletlerin ve istemleri dışında
zorunlu bir risk toplumu haline getirilmiş dünya toplumu yurttaşlarının
karşılaştığı sorunlara yanıt verecektir.
Birinci kısımda, birleşmeden
bu yana Federal Almanya'da yeniden yaşanan bir tartışmaya açıklık
getirmeyi amaçladım. Vaktiyle "Staatsbürgerschaft und nationale
Identität" adlı makalede incelediğim konuyla ilgili hayal gücümü biraz
daha zorlamaya çalıştım.* Kendine özgü devletsel bir varoluş hakkını
alabilen, ırk kökenli ve ortak yazgıya sahip bir kültür toplumu olarak
algılanan ulus kavramı, hâlâ sorunsal düşünüşlerin ve yaklaşımların
meyvesi olmaya devam etmektedir - toplulukların sözümona ulusal
self-determinasyon hakkına sahip olduğu çağrısı, çokkültürlülüğe ve
insan hakları politikasına bakışımlı olarak karşı koyma, bununla
birlikte de egemenlik haklarının uluslar-üstü yapılandırılmasına karşı
duyulan güvensizlik, işte bu romantizm kaynaklı ulus anlayışının bir
ürünüdür. Halk ulusunun savunucuları, bugün artık ulusal-sonrası bir
toplumsallaşma biçimine kaçınılmaz olarak geçerken ortaya çıkan
sorunların üstesinden nasıl geleceğimiz konusunda, özellikle demokratik
ulus-devletin tarihte elde ettiği harika kazanımların ve cumhuriyetçi
anayasa ilkelerinin bizleri aydınlatacağını kabul etmemektedirler.
İkinci kısım, küresel ve toplumsal düzeyde insan haklarının kabul
ettirilmesi konusunu ele almaktadır. Zum Ewigen Frieden adlı yazının
ikiyüzüncü yıldönümü, Kant'ın dünya yurttaşlığı hukuku anlayışının,
tarih deneyimlerimizin ışığında yeniden elden geçirilmesine vesile
olmuştur. Devletlerarası hukukun öngördüğü masumiyet iddiasını çoktan
yitirmiş olan bir zamanların egemen devlet özneleri, içişlerine müdahale
etmeme ilkesiyle artık daha fazla yetinemezler. İnsanî müdahaleler
sorununun bir yansıması olarak çokkültürlülük önplana çıkmıştır. Burada
bile azınlıklar kendi hükümetleri karşısında korunma arayışı
içindedirler. Fakat bu ayrımcılık, meşru hukuk devleti çerçevesi
içerisinde, genel siyasî kültürle kaynaşmış çoğunluk kültürüyle azınlığa
istenileni kabul ettirme biçiminde içinden çıkılması oldukça zor bir
hale bürünmektedir. Charles Taylor'ın cemaatçi önerisine karşı gelerek
ben, farklı altkültürlerin ve yaşam biçimlerinin aynı cumhuriyetçi
toplum içerisinde eşit haklı bir arada varoluşunu sağlayacak bir
"Tanınma Politikası"nın, kolektif haklar ve hayatta kalma güvenceleri
olmaksızın da işlemesi gerektiğini ortaya koyuyorum.
Üçüncü kısım,
demokrasi ve hukuk devletinin tartışım-kuramsal yaklaşımının temel
varsayımlarını hatırlatır. Tartışımlı politika anlayışı özellikle halk
egemenliği ve insan hakları arasındaki eş-kökenliliğin
belginleştirilmesine olanak sağlar.
Dördüncü kısımda, herkese
gösterilmesi gereken eş-saygı ve birinin ötekine karşı taşıması gereken
genel dayanışmacı sorumluluk ahlâkının akılcı içeriği tartışılmaktadır.
Duyarsız olarak özümleyen ve denkleştiren bir evrenselciliğe karşı
duyulan postmodern güvensizlik, ahlâkın bu anlamını yanlış yorumlamakta
ve aynı heyecanla, aslında gerçek anlamda bir evrenselciliğin daha yeni
gündeme getirdiği farklı olmak ve farklılık arasındaki bağıntılı yapıyı
ortadan kaldırmaktadır. Theorie des kommunikativen Handelns ile ben,
"topluluk" ve "toplum"a getirilen yanlış alternatifleri kıracak olan
yaşam koşullarına yeni bir boyut oluşturacak temel kavramları ortaya
atmıştım. İşte toplum-kuramsal olarak getirilen bu farklı bakış açısı,
ahlâk ve hukuk kuramında farklılıklara karşı daha duyarlı bir
evrenselcilik anlamına gelmektedir. Herkese eş-saygı, soydaşlara değil,
ötekine, yani farklı oluşu nedeniyle diğerine gösterilme koşulunu temel
alır. Ötekine karşı, bizlerden biri olarak dayanışma göstermek de,
tözsel olan her şeye direnen ve gözenekli sınırlarını sürekli daha da
öteye taşıyan bir topluluğa ait esnek "Biz"i kapsar. Bu ahlâksal
topluluk, ayrımcılığın ve haksızlığın kaldırılmasıyla birlikte
marjinalleri, karşılıklı saygı temelinde benimseme düşüncesi üzerine
kurulmuştur. Yapısal olarak ortaya çıkan bu topluluk, kendi türünü zorla
kabul ettirerek tektip üyeler oluşturan bir kolektif değildir.
Benimsemek, kendi içine kapatmak ve ötekine karşı kapanmak demek
değildir. "Ötekini benimsemek", toplumsal sınırların herkese -hatta ve
özellikle de, birbirine yabancı olan ve birbirine karşı yabancı kalmak
isteyenlere- açık olması demektir.
Starnberg, Ocak 1996
Jürgen Habermas.