“İnsanların sahip oldukları bilgiler içinde en fazla yararlı ve en az ilerlemiş olanı,insan hakkındaki bilgi gibi görünüyor;Delphes tapınağındaki yazıtın(Kendini tanı)tek başına ahlakçıların bütün iri kitaplarından çok daha önemli ve güç bir temel kural içerdiğini söylemeye cesaret ediyorum.Çünkü insanlar kendilerini tanımaya başlamazsa,insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı nasıl bilinebilir. ” (Cenevre'li,mesleksiz,işsiz,parasız ve hiçbir toplumsal estate ile bağlantısı olmayan Rousseau)
31 Mar 2010
Minta, Bir Ayrılık... Bir Yoksulluk... Bir Ölüm...
Ege'nin Muğlası ile Miami'nin Lauderdale'i birbirine ne kadar benzer, birbirinden ne kadar farklıdır? Belki de bunu en iyi, bu iki kıyı arasında milyonlarca ne kadar farklıdır? Belki de bunu en iyi, bu iki kıyı arasında milyonlarca yıldır gidip gelen caretta caretta bilebilir. Onun adı Minta... Özgürlüğün simgesi Minta... O her şeyi sessizce gördü ve anlattı. Yelkenlileri, buharlı gemileri, denizaltıları, plastik torbaları, zehir atıklarla günden güne kirlenen suları da. Ve elbette insanları da... "Minta", efendilerin ve kölelerin yüzyıllık tarihiyle, 20. yüzyılın hikayesiyle buluşturuyor bizi. bir yanda köle Nada, Mısırlı Hüsnü Paşa, Salima Hatun, Amira Kadın, Arap Nijad, Hamra ve Şerif... Diğer yanda Naja, Seminol Reisi Yaralı Tilki, Nay, Thomas James, Rose, Ray... Ve onlar farklı coğrafyalarda aynı kaderi paylaştılar...
28 Mar 2010
835 Satır
Bu bir türkü:-
toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü:-
alev bir saç örgüsü!
kıvranıyor;
kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor
esmer alınlarında
bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla
güneşe giden
köprüden
geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
Ben de söyledim o türküyü!
Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını
yırtarak
gerindik!
Sıçradık;
şimşekli rüzgâra bindik!.
Kayalardan
kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
şaha kalkan atlarını!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Düşmesin bizimle yola:
evinde ağlayanların
göz yaşlarını
boynunda ağır bir
zincir
gibi taşıyanlar!
Bıraksın peşimizi
kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!
NAZIM HIKMET, 835 SATIR, ADAM YAYINLARI, 1987, sayfa 9-10COTE: [TUR-L] [HIKM-32330]
(243 sayfa)
http://www.siirler-sairler.com/siirler_1057.html
27 Mar 2010
Çavlanın İçinde Sessizce
Nezihe Meriç’in 1996-2003 yılları arasında Varlık dergisinde yayımladığı anıları Çavlanın İçinde Sessizce, ilk defa bir araya geliyor. Bu kitapta olgun bir yaşın hayatla, insanlarla, kendisiyle yaptığı hoş sohbeti; yaşama insanlığa dair değerlerini, inançlarını, beklentilerini bulacaksınız.
Anılar İçin Önsöz
Bu anılar yayıma hazırlanırken, baştan sona yeniden okudum. Çoğunu unutmuşum. Meğer ben ta 1996’dan bu yana yazar dururmuşum –bu yazılar, 1996’dan 2003’e dek, Varlık dergisinde yayımlandı.– Okudum da, baktım, yaşamımda olduğu gibi bir mızırtı, bir huysuzluk, bir ince elemedir gidiyor. Olsun. Sevindim; iyi ki yazmışım dedim. Ben böyle biriyim işte. Ben, hep okudum. Şu yaşam denen şeyi, yaşamak denen şeyi, insani değerleri, insan olmayı anlamak, öğrenmek için, öğrendiklerimi iyi anlayabilmek için durmadan okudum. Anılarımda bana benzeyen beni yazdım. Günlük yaşamın içindeki beni. Yaşayıp giderken, elbette öğrendiklerimi, bilgilenmemi kullandım. Ama, bunların bir işe yarayıp yaramadığı, neyi ne derece öğrendiğim, yazdıklarımda çıktı ortaya. Ne anladıysam o kadarı. Hiç benbenci olup, “benim” demedim. –Bu benim güzel huyum. İçimdeki ben ayrı. O benimle birlikte.– Doğru, güzel, iyi olduğuna inandığım duygularımla, düşündüklerimle örüldü öyküler, romanlar, oyunlar ve anılar; doğal olarak. Anılarımı yazmaya bir rastlantıyla, hiç aklımda yokken başlamıştım. Yazdıkça çok sevdim. Çok alıştım. İkinci cilt için biraz telaş var içimde. Hemen başlayayım, hemen uçlansın istiyorum. Erteleme zamanımız geçti diyorum. Bu yüzden sanırım, onun örgüsü başka olacak.
Nezihe Meriç Etiler, 2004
Anılar İçin Önsöz
Bu anılar yayıma hazırlanırken, baştan sona yeniden okudum. Çoğunu unutmuşum. Meğer ben ta 1996’dan bu yana yazar dururmuşum –bu yazılar, 1996’dan 2003’e dek, Varlık dergisinde yayımlandı.– Okudum da, baktım, yaşamımda olduğu gibi bir mızırtı, bir huysuzluk, bir ince elemedir gidiyor. Olsun. Sevindim; iyi ki yazmışım dedim. Ben böyle biriyim işte. Ben, hep okudum. Şu yaşam denen şeyi, yaşamak denen şeyi, insani değerleri, insan olmayı anlamak, öğrenmek için, öğrendiklerimi iyi anlayabilmek için durmadan okudum. Anılarımda bana benzeyen beni yazdım. Günlük yaşamın içindeki beni. Yaşayıp giderken, elbette öğrendiklerimi, bilgilenmemi kullandım. Ama, bunların bir işe yarayıp yaramadığı, neyi ne derece öğrendiğim, yazdıklarımda çıktı ortaya. Ne anladıysam o kadarı. Hiç benbenci olup, “benim” demedim. –Bu benim güzel huyum. İçimdeki ben ayrı. O benimle birlikte.– Doğru, güzel, iyi olduğuna inandığım duygularımla, düşündüklerimle örüldü öyküler, romanlar, oyunlar ve anılar; doğal olarak. Anılarımı yazmaya bir rastlantıyla, hiç aklımda yokken başlamıştım. Yazdıkça çok sevdim. Çok alıştım. İkinci cilt için biraz telaş var içimde. Hemen başlayayım, hemen uçlansın istiyorum. Erteleme zamanımız geçti diyorum. Bu yüzden sanırım, onun örgüsü başka olacak.
Nezihe Meriç Etiler, 2004
26 Mar 2010
Benerci Kendini Niçin Öldürdü?
Şehir
uzakta.
Genç adam
ayakta.
Akıyor şehirden geçen nehir
genç adamın ayakları dibinden.
Genç adam
piposunu çıkarıyor cebinden
aranıyor kibriti.
Bakıyor akar suya
düşünüyor Heraklit'i,
düşünüyor büyük hakîm Heraklit'i genç adam...
Kim bilir belki böyle bir akşam,
böyle bir akşam,
Heraklit alnını
yeşil gözlü zeytinliklerde akan
suya eğdi
ve dedi:
«— Her şey değişip akmada,
bu hâl beni hayran bırakmada..»
Heraklit, Heraklit; ne akıştır bu!.
ne akıştır ki bu, dalgalarında
dağlıdır alnı en mukaddes putun
kızgın demir damgasıyla sukutun.
Gebedir her sukut bir yükselişe.
Ne mümkün karşı koymak
bu köpürmüş gelişe..
Heraklit, Heraklit!.
akar suya kabil mi vurmak kilit?
...
NAZIM HİKMET, Benerci Kendini Niçin Öldürdü?, ADAM YAYINLARI, 1987
COTE: [TUR-L] [HIKM-32335]
(276 sayfa)
24 Mar 2010
Genç Kız ve Ölüm
Roman içinde roman... Toplumsal baskı ve eşitsizliklerden fazlasıyla nasiplenen ülkemiz kadınının kendisini ve toplumu anlama, hakiki olabilme çabası. Ödül almak için İstanbul'dan Ankara'ya doğru yola çıkan yazar Nuray İlkin, yıllar önce canına kıymış Cumhuriyet kuşağının idealist bir öğretmeni olan annesinin anıları, politik eylemci kızı için duyduğu endişe ve bir süre önce terk ettiği kocasına karşı hissettiği suçluluk duyguları arasında bocalarken hem toplumu hem de kendisini anlamaya çalışır. Ankara'da karşılaştığı umulmadık durumlar ise duygularında ve düşüncelerinde değişikliklere yol açar Nuray'ın.
1970'lerin ikinci yarısının toplumsal ve politik ortamını da çarpıcılıkla sergileyen roman ülkemizde olduğu kadar ülke dışında da yankılar yarattı, yayınlandığı Almanya, İngiltere ve Hollanda'da da büyük beğeni topladı.
COTE: [TUR-L] [OZAK-39015]
“Genç Kız ve Ölüm”: Üç kuşak ve dört kadın
1970'lerin ikinci yarısının toplumsal ve politik ortamını da çarpıcılıkla sergileyen roman ülkemizde olduğu kadar ülke dışında da yankılar yarattı, yayınlandığı Almanya, İngiltere ve Hollanda'da da büyük beğeni topladı.
COTE: [TUR-L] [OZAK-39015]
“Genç Kız ve Ölüm”: Üç kuşak ve dört kadın
21 Mar 2010
Kuvâyi Milliye
NAZIM HIKMET, KUVAYI MILLIYE, ADAM YAYINLARI, 1987, sayfa 11-12
Onlar ki toprakta karınca
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.
Onlar ki uyup hainin iğvâsına
sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.
Demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.
En bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için :
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.
COTE: [TUR-L] [HIKM-32337]
(224 sayfa)
20 Mar 2010
Nazım Hikmet'in Son Yılları
Nâzım Hikmet'i en iyi tanıyan kişilerden biri olan ve onunla birlikte yurtdışında uzun süre geçiren Zekeriya Sertel, dünya çapındaki bu sanatçının şairliğini, insan yanını ve sanatını anlamak için, onun hayatına ait gizli hiçbir şey kalmaması gerektiğine inanarak, bu kitabı kaleme aldı. Sertel bu kitabında, Nâzım Hikmet'in 1950'den sonra Sovyetler Birliği'ndeki hayatı, çalışmaları, yaşadığı sıkıntılar ve ilişkileri hakkında bütün bildiklerini, eksiksiz ve katkısız olarak anlatıyor. Nâzım Hikmet'i kendi halkına ve dünyaya tanıtma ödevini, elinden geldiğince tarafsız kalarak yerine getirmeye çalışıyor. (Arka kapak)
COTE: [TUR-L] [SERT-21892]
(276 sayfa)
COTE: [TUR-L] [SERT-21892]
(276 sayfa)
19 Mar 2010
Yatar Bursa Kalesinde
İtirazname-i Nazım
Artık bir daha
bir kahkaha
gibi gülmeyecek gözünüzde gözümüz.
Teveccühünüz
mavi bir mücevherdi başımızda.
Başımızdan düşürdük onu,
kaybettik.
Gelemedik, ayıbettik.
Bizi affedin diyemem.
Ve madem ki böyledir,
artık bir daha
bir kahkaha
gibi gülmeyecek gözlerimde gözünüz.
Teveccühünüz
mavi bir pırıltı, bir mücevherdir başımda.
Başımdan düşürdüm onu,
kaybettim
gelemedim ayıbettim.
[1931]
NAZIM HİKMET, YATAR BURSA KALESINDE, ADAM YAYINLARI, 1987
COTE: [TUR-L] [HIKM-32351]
(215 sayfa)
17 Mar 2010
Sanat ve Edebiyat Üstüne
Nazım, döneminin kısıtlı olanaklarına karşın diyalektik materyalizmi özümsemiş ve bu anlayışı sanat ve edebiyat alanına başarıyla uygulamıştır. Bundandır ki, Can Yücel, içinde yer aldığı kuşağın, Nazım'dan yalnızca şiiri değil, bilimsel sosyalizmi de öğrendiğini söylemektedir. Nazım'ın şiirini böylesine güçlü ve devrimci kılan özelliklerin başında, kuşku yok ki, onun sosyalizmin genel teorisini sanat ve edebiyat alanına uygulayışındaki başarısı ve sanat ve edebiyat konularında sahip olduğu birikim bulunmaktadır. (Arka kapak'tan)
"(Gerçek şair) Kendi aşkı, kendi mutluluğu ve acısıyla uğraşmaz. Onun şiirlerinde halkının nabzı atmalıdır… Şair başarılı olmak için, yapıtlarında maddi yaşamı aydınlatmak zorundadır. Gerçek yaşamdan kaçan ve onunla bağıntısız konuları işleyen kimse, saman gibi anlamsızca yanmaya yargılıdır."
...
"Şiir de, bütün öteki güzel sanat şubeleri gibi, ilim ister. Şairin âlim olması şart değildir ama, cahil olmaması şarttır."Nazım Hikmet
«Nazım’la Söyleşi», C. Dobzynski; Nazım Hikmet, Türkiye Akademikerler ve Sanatçılar derneği, s.165; 1977, Berlin
http://www.nazimhikmet.info/
"(Gerçek şair) Kendi aşkı, kendi mutluluğu ve acısıyla uğraşmaz. Onun şiirlerinde halkının nabzı atmalıdır… Şair başarılı olmak için, yapıtlarında maddi yaşamı aydınlatmak zorundadır. Gerçek yaşamdan kaçan ve onunla bağıntısız konuları işleyen kimse, saman gibi anlamsızca yanmaya yargılıdır."
...
"Şiir de, bütün öteki güzel sanat şubeleri gibi, ilim ister. Şairin âlim olması şart değildir ama, cahil olmaması şarttır."Nazım Hikmet
«Nazım’la Söyleşi», C. Dobzynski; Nazım Hikmet, Türkiye Akademikerler ve Sanatçılar derneği, s.165; 1977, Berlin
http://www.nazimhikmet.info/
14 Mar 2010
YAŞAMAK GÜZEL ŞEY BE KARDEŞİM
Nazım Hikmet'in çok güç koşullarda korunmuş, elden ele geçmiş, bazıları sağlığında basılamamış, bazıları özen gösterilmeden basılmış olan yapıtları, bu işe gönül vermiş eleştirmenlerin çabalarıyla, içerde ve dışarda, yıllardır derlenip toparlanmaya çalışılmış, ama çeşitli nedenlerden kaynaklanan yanlışların, karışıklıkların, tutarsızlıkların bir türlü önü alınamamıştır. Şimdi Adam Yayınları size Nazım Hikmet'in yepyeni bir toplu yapıtlar derlemesini sunuyor. Bu yolda daha önce yapılan bütün olumlu çalışmalar, Nazım Hikmet'in kitaplarının ilk basımları, arkasında bıraktığı müsveddeler -mekanik yaklaşımlara düşmeden, durumlara, türlere göre ayrı değerlendirmelere gidilerek -büyük bir özen ve duyarlılıkla yeniden gözden geçirilmiş, konunun uzmanı eleştirmenlerin özverili katkıları ve ortak çabalarıyla, sanatçının özellikleri, kendine özgü kullanımları gölgelenmeden, yanlışların düzeltilmesi, karışıklıkların, tutarsızlıkların giderilmesi sağlanmıştır.
(Arka kapak)
COTE: [TUR-L] [HIKM-38885]
(161 sayfa)
[Actuellement en prêt (K.S.), retour le 20 mars r 2010]
(Arka kapak)
COTE: [TUR-L] [HIKM-38885]
(161 sayfa)
[Actuellement en prêt (K.S.), retour le 20 mars r 2010]
FEDAİLER
"Avetis Aharonyan, kaderin damgasını vurduğu bu
insan, çok acı çekmiş bir ulusun yükünü taşıdı. Ulaşılmaz gibi görünen
bir barış hayal etti. Ama sonra anladı ki halklar arasında dostluk ve
kaynaşma için zorunlu olan barış, sadece kişilerin pasif arzusuyla
gerçekleşemez. Barış, destek ve katılım, onu tehdit eden herşeye karşı
mücadele gerektirir. Onu savunmak için güce, ondan sözetmek için nefese
ihtiyaç vardır. Barış, artık salt bir düşünce olmaktan çıkıp, eyleme
dönüştüğünde, Aharonyan buna yanıt verir."
"Avetis Aharonyan'ın ilk öyküleri, yüzyıllardır devam eden ve yakın tarihe kadar canlı olan sözlü anlatım geleneğinden beslenmiştir. O sadece usta bir öykü yazarı değil, aynı zamanda bir şairdir. Trajik boyutu yanında, bir solukta okunan, çıplak ve süssüz öykülerdir bunlar. Bu hikayeler arasında şaşılacak bir bütünlük vardır. Aharonyan'ın tüm anlatıları trajik, tüm şiirleri acı doludur. Karakterlerinin hiçbiri gülmez ve çocuklar bile melankoliktir."
- L. Keçeyan-
"Avetis Aharonyan'ın ilk öyküleri, yüzyıllardır devam eden ve yakın tarihe kadar canlı olan sözlü anlatım geleneğinden beslenmiştir. O sadece usta bir öykü yazarı değil, aynı zamanda bir şairdir. Trajik boyutu yanında, bir solukta okunan, çıplak ve süssüz öykülerdir bunlar. Bu hikayeler arasında şaşılacak bir bütünlük vardır. Aharonyan'ın tüm anlatıları trajik, tüm şiirleri acı doludur. Karakterlerinin hiçbiri gülmez ve çocuklar bile melankoliktir."
- L. Keçeyan-
COTE: [TUR-L] [AHAR-39860]
(224 sayfa
13 Mar 2010
Ölümden Zor Kararlar
“12 Eylül’ün gölgesi bile
ağır bir yüktü ama seçimler olmuş, sivil yaşama geçilmiş, bir nebze de olsa toplum soluk almaya başlamıştı.
Daha da önemlisi,
15 Ağustos ile birlikte başlayan savaş, insanları gölgesi gibi takip eden korkuları kırmaya başlamış,
12 Eylül’ün, cuntacıların tartışmasız, dokunulmaz, hükümran imajı çatlamaya başlamıştı...
ağır bir yüktü ama seçimler olmuş, sivil yaşama geçilmiş, bir nebze de olsa toplum soluk almaya başlamıştı.
Daha da önemlisi,
15 Ağustos ile birlikte başlayan savaş, insanları gölgesi gibi takip eden korkuları kırmaya başlamış,
12 Eylül’ün, cuntacıların tartışmasız, dokunulmaz, hükümran imajı çatlamaya başlamıştı...
(Arka kapak'tan)
Belge Uluslararası Yayıncılık'ın editörü Ragıp Zarakolu ve yazar N.
Mehmet Güler hakkında "Ölümden Zor Kararlar" isimli roman
karakterlerinin diyalogları gerekçe gösterilerek açılan davanın 3.
duruşması, bugün İstanbul'da, Beşiktaş 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde
görüldü.
Geçtiğimiz Kasım ayındaki duruşmada, savcı Mustafa
Çavuşoğlu beraat talebinde bulunurken, davaya yeni atanan savcı Savaş
Kırbaş, roman karakterlerinin söylemini tehlikeli bularak, Güler'in
"terör örgütünün propagandasını yapmak" iddiası ile mahkumiyetini
istedi.
Mahkeme heyeti ise, avukat Özcan Kılıç'ın eserin edebi
niteliği konusunda bilirkişiye gidilmesi talebini reddetti. Duruşma
karar için ileri bir tarihe ertelendi.
Yazar Güler, AKnews
muhabirinin izlediği duruşmada yaptığı savunmada, "Türkiye düşünceyi,
edebiyatı, hayalleri ve en önemlisi gerçekleri yargılama utancından
kurtulmadan demokrasiden söz etmenin mümkün olamayacağını" vurguladı. ..
AKnews
"Ölümden Zor Kararlar" romanı hakkında, savcılığın hazırladığı iddianame doğrultusunda İstanbul 10.Ağır Ceza mahkemesinin açtığı davanın ilk duruşması 13 ağustos 2009 perşembe günü yapıldı.2.duruşma 19 Kasım 2009 saat 09;30 da Beşiktaş adliyesinde eski DGM olarak bildiğimiz 10.Ağır Ceza Mahkemesinde olacak.
İddianamede de görüleceği gibi savcılık bir edebiyat çalışmasında eserin bütünlüğünü görmezden gelerek ve bozarak alıntılamış olduğu bölümlerin içeriğinde "bölücülük" aramaktadır. Oysa eserin bütünlüğü üzerinden ulaştırmaya çalıştığı bir mesaj vardır ve bu mesaj kesinlikle toplumsal barış içeriklidir. Hatta çok açık savaş karşıtı bir eser olduğunu söyleyebilirim. Savcı roman kahramanlarının diyaloglarını "suç" kabul ediyor. Oysaki roman kahramanları kendi gerçeklikleri içinde ve kendi doğalarına uygun konuşmaktadırlar. Savcılar beğenmezse de -hatta yazar bile buna boyun eğmek zorundadır-Hayri PKK militanı olarak konuşacağı gibi, mahkeme başkanı da bulunduğu konum ve statüsüne uygun konuşacaktır. Kaldı ki bunlar bu ülkede binlerce örneği yaşanan olaylardır. İnkar mı edelim, görmezden mi gelelim. Benim yargılandığım ve hüküm giydiğim '90'lı yılların başında "suç" kabul edilen birçok söylem ve fiil günümüzde pekâlâ yasal ve kullanılmaktadır.
Yasaklar edebiyata, sanata uzanınca insanların ruhlarını, hayallerini, ideallerini yargılamaya başlarsınız bunun adı faşizmdir. Son otuz yılda yaşanan savaş, inkâra gelmez ve çok ağır sonuçları olan bir toplumsal olaydır. Bir acılar silsilesi, ölümler, ayrılıklar, sürgünler sürecidir. On binlerce cana mal olmuş. derin bir travma yaşanmıştır. Toplum artık eski toplum değildir. Yaralıdır. Bunu sanatla, edebiyatla onarabiliriz ancak. Düşünceyi, edebiyatı, hayalleri yargılama utancından mutlaka kurtulmalıdır bu ülke. Benim ve yayıncım Sayın Ragıp Zarakolu'nun yargılandığı davanın ikinci duruşması İstanbul 10. ağır ceza mahkemesinde 19 Kasım’da yapılacak. Hayallerimize yasaklar zincirinin vurulmasını engellemek isteyen, “savcılar gibi düşünmeyen” tüm duyarlı şahsiyet ve kurumların desteğine ihtiyacımız var.
Saygılarımla
n.mehmet güler
06 Kasım, 2009
"Ölümden Zor Kararlar" romanı hakkında, savcılığın hazırladığı iddianame doğrultusunda İstanbul 10.Ağır Ceza mahkemesinin açtığı davanın ilk duruşması 13 ağustos 2009 perşembe günü yapıldı.2.duruşma 19 Kasım 2009 saat 09;30 da Beşiktaş adliyesinde eski DGM olarak bildiğimiz 10.Ağır Ceza Mahkemesinde olacak.
İddianamede de görüleceği gibi savcılık bir edebiyat çalışmasında eserin bütünlüğünü görmezden gelerek ve bozarak alıntılamış olduğu bölümlerin içeriğinde "bölücülük" aramaktadır. Oysa eserin bütünlüğü üzerinden ulaştırmaya çalıştığı bir mesaj vardır ve bu mesaj kesinlikle toplumsal barış içeriklidir. Hatta çok açık savaş karşıtı bir eser olduğunu söyleyebilirim. Savcı roman kahramanlarının diyaloglarını "suç" kabul ediyor. Oysaki roman kahramanları kendi gerçeklikleri içinde ve kendi doğalarına uygun konuşmaktadırlar. Savcılar beğenmezse de -hatta yazar bile buna boyun eğmek zorundadır-Hayri PKK militanı olarak konuşacağı gibi, mahkeme başkanı da bulunduğu konum ve statüsüne uygun konuşacaktır. Kaldı ki bunlar bu ülkede binlerce örneği yaşanan olaylardır. İnkar mı edelim, görmezden mi gelelim. Benim yargılandığım ve hüküm giydiğim '90'lı yılların başında "suç" kabul edilen birçok söylem ve fiil günümüzde pekâlâ yasal ve kullanılmaktadır.
Yasaklar edebiyata, sanata uzanınca insanların ruhlarını, hayallerini, ideallerini yargılamaya başlarsınız bunun adı faşizmdir. Son otuz yılda yaşanan savaş, inkâra gelmez ve çok ağır sonuçları olan bir toplumsal olaydır. Bir acılar silsilesi, ölümler, ayrılıklar, sürgünler sürecidir. On binlerce cana mal olmuş. derin bir travma yaşanmıştır. Toplum artık eski toplum değildir. Yaralıdır. Bunu sanatla, edebiyatla onarabiliriz ancak. Düşünceyi, edebiyatı, hayalleri yargılama utancından mutlaka kurtulmalıdır bu ülke. Benim ve yayıncım Sayın Ragıp Zarakolu'nun yargılandığı davanın ikinci duruşması İstanbul 10. ağır ceza mahkemesinde 19 Kasım’da yapılacak. Hayallerimize yasaklar zincirinin vurulmasını engellemek isteyen, “savcılar gibi düşünmeyen” tüm duyarlı şahsiyet ve kurumların desteğine ihtiyacımız var.
Saygılarımla
n.mehmet güler
06 Kasım, 2009
COTE: [TUR-L] [GULE-39667]
(111 sayfa)
SİSLER BULVARI
üç geceye sığdırılan, doyasıya yaşanamayan aşklar,
gözlerinden yıldız rüzgarları geçen sevgililer, Paris sokakları,
limanlar, yolculuklar, deniz insanları... ve Anadolu; uzun
havalar, halk türküleri...
Sisler Bulvarı'yla başka dünyalara doğru yolculuğa
çıkacağız biz de şimdi; Emperyal Oteli'nde üç gece kalacağız,
biraz mehtabı içeceğiz, içimizde isyanlar çıkacak ve
Sisler Bulvarı'nda öleceğiz...(Arka kapak)
gözlerinden yıldız rüzgarları geçen sevgililer, Paris sokakları,
limanlar, yolculuklar, deniz insanları... ve Anadolu; uzun
havalar, halk türküleri...
Sisler Bulvarı'yla başka dünyalara doğru yolculuğa
çıkacağız biz de şimdi; Emperyal Oteli'nde üç gece kalacağız,
biraz mehtabı içeceğiz, içimizde isyanlar çıkacak ve
Sisler Bulvarı'nda öleceğiz...(Arka kapak)
COTE: [TUR-L] [ILHA-39509]
(168 sayfa)
10 Mar 2010
Adını Unutan Adam
Bu roman 1969'da Ölüdeniz ile Şeria Irmağı arasındaki bir tepede adını unutmak zorunda kalan, ama belleğini kaybetmeye de inatla direnen bir politik eylemcinin serüvenidir. Unutmak, kahramana ölüm gibi gelir, ama adını da unutmak zorundadır. Üç kişi, ölümün eşiğinde, birbirlerine söz vermişlerdir çünkü. Hatta kimin öleceğine karar vermek için kura çektiklerinde, ölümü gözünü kırpmadan iki cebine taş koyarak hile yaparcasına kucaklayacak tipte insanlardır onlar.Mehmet Eroğlu'nun dördüncü romanı olan "Adını Unutan Adam" aslında devrimci romantiklere, 1968 kuşağına yakılmış bir ağıt; bu kitabın öyküsü de unutulan adların hikâyesidir. (Arka kapak'tan)
COTE: [TUR-L] [EROG-39676]
(152 sayfa) Travma
Kapı ardına kadar açıldı. Bu sahneyi daha önce de
çok görmüştüm. Manzaranın vahşeti yüreğimi kor gibi yaktı her zamanki
dehşetiyle… Sevgilim o ince uzun tahta masanın üzerinde çırılçıplak ve
bağlı olarak yatıyordu. Ama manzaranın en korkunç yanı hemen masanın
başında ayakta duran o iblis herifin elindeki sivri hançerdi. Bu sefer
geç kalmıştım. O hain adam yarışı kazanmış ve benden evvel odaya girmeyi
başarmıştı. Çaresizlikten gözlerim karardı.
Kalbimin duracağını hissettim. Artık onu durdurmam imkânsızdı… Polisiye edebiyatımızın güçlü kalemi Osman Aysu'dan heyecanın doruklarında yeni bir gerilim ve aşk romanı...
Kalbimin duracağını hissettim. Artık onu durdurmam imkânsızdı… Polisiye edebiyatımızın güçlü kalemi Osman Aysu'dan heyecanın doruklarında yeni bir gerilim ve aşk romanı...
COTE: [TUR-L] [AYSU-39507]
(318 sayfa)
6 Mar 2010
AŞK
"Bundan uzun zaman önceydi. Bir roman düştü gönlüme. Aşk Şeriatı. Yazmaya cesaret edemedim. Dilim lal oldu, kalemimin ucu kör. Kırk fırın ekmek yemeye yolladım kendimi. Dünyayı dolaştım. İnsanlar tanıdım, hikâyeler topladım. Üzerinden çok bahar geçti. Fırınlarda ekmek kalmadı; ben hâlâ ham, hâlâ aşkta bir çocuk gibi toy... "Hamuş" derdi Mevlâna kendine. Yani Suskun. Düşündün mü hiç, bir şairin hem de nâmı dünyayı sarmış bir şairin, yani işi gücü, varlığı, kimliği ve hatta soluduğu hava bile kelimelerden müteşekkil olan ve elli binden fazla muhteşem dizeye imza atmış bir insanın, nasıl olup da kendine SUSKUN adını verdiğini...? Kâinatın da tıpkı bizimki gibi nazenin bir kalbi ve düzenli bir kalp atışı var. Seneler var ki nereye gidersem gideyim o sesi dinledim. Her bir insanı Yaradan'ın emaneti saklı bir cevher addedip, anlattıklarına kulak verdim. Dinlemeyi sevdim. Cümleleri, kelimeleri ve harfleri... Oysa bana bu kitabı yazdıran şey som sessizlik oldu. Mesneviyi şerhedenlerin çoğu bu ölümsüz eserin "b" harfiyle başladığına dikkat çeker. İlk kelimesi "Bişnev!"dir. Yani "Dinle!" Tesadüf mü dersin ismi "Suskun" olan bir şairin en kıymetli yapıtına "Dinle!" diye başlaması. Sahi sessizlik dinlenebilir mi? Bu romanda her bölüm aynı sessiz harfle başlar. "Neden?" diye sorma, ne olur. Cevabını sen bul. Ve kendine sakla. Çünkü öyle hakikatler var ki bu yollarda, anlatırken bile sır kalmalı. A. Z. Zahara Amsterdam, 2007"
(Arka kapak)
COTE: [TUR-L] [SHAF-39445]
(419 sayfa)
B.C. (2)
B.C. (2)
La bâtarde d’Istanbul
Chez les Kazanci, Turcs d’Istanbul, les femmes sont pimentées, hypocondriaques, aiment l’amour et parlent avec les djinn, tandis que les hommes s’envolent trop tôt - pour l’au-delà ou pour l’Amérique, comme l’oncle Mustafa. Chez les Tchakhmakhchian, Arméniens émigrés aux Etats-Unis dans les années 20, quel que soit le sexe auquel on appartient, on est très attaché à son identité et à ses traditions. Le divorce de Barsam et Rose, puis le remariage de celle-ci avec un Turc nommé Mustafa suscitent l’indignation générale. Quand, à l’âge de vingt et un ans, la fille de Rose et de Barsam, désireuse de comprendre d’où vient son peuple, gagne en secret Istanbul, elle est hébergée par la chaleureuse famille de son beau-père. L’amitié naissante d’Armanoush Tchakhmakhchian et de la jeune Asya Kazanci, la ” bâtarde “, va faire voler en éclats les secrets les mieux gardés. Avec ses intrigues à foison, ses personnages pour le moins extravagants et l’humour corrosif qui le traverse, La Bâtarde d’Istanbul pose une question essentielle : que sait-on vraiment de ses origines ? Enchevêtrant la comédie au drame et le passé au présent, Elif Shafak dresse un portrait saisissant de la Turquie contemporaine, de ses contradictions et de ses blessures.
COTE: [FRA-L] [SHAF-38761]
(319 sayfa)
COTE: [FRA-L] [SHAF-38761]
(319 sayfa)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)