“İnsanların sahip oldukları bilgiler içinde en fazla yararlı ve en az ilerlemiş olanı,insan hakkındaki bilgi gibi görünüyor;Delphes tapınağındaki yazıtın(Kendini tanı)tek başına ahlakçıların bütün iri kitaplarından çok daha önemli ve güç bir temel kural içerdiğini söylemeye cesaret ediyorum.Çünkü insanlar kendilerini tanımaya başlamazsa,insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı nasıl bilinebilir. ” (Cenevre'li,mesleksiz,işsiz,parasız ve hiçbir toplumsal estate ile bağlantısı olmayan Rousseau)
30 May 2010
PRATİK NEDENLER
Etnografya, sanat, edebiyat, eğitim, dil, kültürel beğeniler ve televizyonu kapsayan çok geniş bir alanda çalışmış olan Fransız sosyolog, antropolog ve felsefeci Pierre Bourdieu biçimlenmeye başladığı ilk zamanlardan itibaren küreselleşme karşıtı hareketin önde gelen adlarından biri olmuştu. Bourdieu’nün ünlü çalışması 1984 tarihli La Distinction (Ayrım, Farklılık) Uluslararası Sosyloji Derneği tarafından 20. yüzyılın en önemli on çalışması içinde anılır.
29 May 2010
ODYSSEİA
Odysseia, uygarlığımızın ilk ve belki de en ölümsüz romanıdır.
İLYADA
28 May 2010
YOLCULUK HAZIRLIKLARI Felsefe Yazıları (1970-1993)
bitimsiz yolculuğun ölümle noktalanacak
notlarını toplarken epey zorlandım.
Oldukça canım sıkıldı.
Hazırladığımı beğenmedim.
Bir açıdan beğendim:
Yolculuğum çetin geçecek, geçmekte.
Seyir defterimi okura açtım.
"Felsefenin bağrı felsefe içindedir.
Giyinik, işlenmiş felsefededir.
Ben,
yıllardır giyeceğim giysiyi arıyorum.
Bütün çaba keşfedilecek felsefenin yol hazırlığdır.
Gemi kalafatlanmış, yelkenleri onarılmış, yolculuk başlamıştır.
Söylediklerim, bir kaptanın seyir defterinin ilk sayfasıdır.
İlgilenen seyyahlar okusun diye yazılmıştır."
Prof.Dr. Ahmet İNAM'la SÖYLEŞİ
27 May 2010
Türklerin Tarihi / Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl
Bu; Türklerin, Halaçların, Hiong-nuların, Osmanlıların, Memlukların, Rusların, Çağataylıların, Tu-kiuların, Selçukluların, Çinlilerin, Hintlilerin, Karakoyunluların, Timurluların, Arapların, Kazanlıların, Tatarların, Bulgarların, Türkiyelilerin, Hunların, Kıpçakların, Ermenilerin, Peçeneklerin, Safevilerin, Gaznelilerin, Bayatların, Rumların, Özbeklerin, Hitanların, Farsilerin, ihşitlerin, Tolunoğullarının, Kürtlerin, Yakutların, Kırgızların, Azerilerin, Moğolların, yani bir coğrafyayı yüzyıllar boyunca paylaşan halkların, ittifak ve itilafların, barışın, savaşın, uygarlığın ve aslında yaşadığımız günün hikayesidir.
Altay Türklerinde Ölüm, Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, Moğol İmparatorluğu Tarihi, Orta Asya: Tarih ve Uygarlık, Türklerin ve Moğolların Eski Dini’nden sonra ünlü Türkolog Jean-Paul Roux sizi 2000 yıllık tarih içinde bir yolculuğa, bildiğinizi sandığınız ya da hiçbir fikriniz olmayan olaylara, insanlara ve inançlara tanıklık etmeye davet ediyor. (Arka kapak)
26 May 2010
YERYÜZÜNÜN LANETLİLERİ
Fanon'u okumaları iyi olur. Fanon, bu bastırılamaz şiddetin ne de bir bardak suda fırtına, ne barbar içgüdülerinin yeniden ortaya çıkışı ne de bir hınç olduğunu kusursuzca gösteriyor: kendine gelen insandır bu.
Jean-Paul Sartre (Yeryüzünün Lanetlileri, Önsöz'den)
Bir yeryüzü lanetlisi - A. ATEŞOĞLU - RADIKAL KİTAP
25 May 2010
Fedaîlerin Kalesi Alamut
(sayfa 5)
e-kitap:
Fedaîlerin Kalesi Alamut
(www.scribd.com)
24 May 2010
YİNE DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ YİNE TÜRKİYE
Caniler Çağı
Ahmet Altan
Akın Birdal
Düşünceniz, sözünüz muhalifse, insandan ve halklardan yanaysa, 'bireyin ve toplumun özgürleşmesindense, emeğin ve emekçilerin kurtuluşundansa, sizin düşünceniz yasaklanmalıdır, etkisizleştirilmelidir ya da susturulması için her yola başvurulmalıdır. İşte Türkiye'de yaşanılan budur.
...
ANAP'ın 1989-91 döneminde faili meçhul cinayetler 41 iken, bu dönemde 1339 oldu. Aynı dönemde işkencede öldürümler, yargısız infazlar, gözaltında kayıplar beş misline; yakılan, boşaltılan, yıkılan köy sayısı 15'ten 2470'e çıktı. İnsanlar, evler, köyler, ağaçlar, hayvanlar yakıldı. Kürt halkının tarih, doğa ve kültür mirası yerle bir edildi. Üç milyona yakın insan, evinden toprağından sökülüp atıldı. Bu dönemde, önce muhalif olan sivil toplum örgütleri etkisizleştirildi. Tepkileri günü geçirmeye yöneltildi. Güçlü bir işçi sınıfı muhalefeti bırakılmadı. Medyanın, ciddi bir baskı unsuru olma ve iktidarı uyarma işlevi tam tersine çevrildi. Devletin ve kamunun kaynaklan kendi egemenlikleri ve kişisel iktidarları için kullanıldı. Toplumun ve ülkenin yararına olmayan düzenlemeler, yararınaymış gibi gösterildi. Yapılanın, edilenin gizlenmesi sağlandı. Militarizmin denetimde, üniformasız köşe yazarları türetildi. Muhalif kişi ve örgütlere, siyasetçilere azgınca saldırtıldı. TBMM, hükümeti ve muhalefeti ile başı bozuk rejimin ve krizin kaynağını oluşturdu. Yargı, ulusal üstü hukuku yok sayarak, önce karşı çıktıkları darbe Anayasasına sığındı. Yerüstü ve yeraltı kaynakları yerli ve yabancı tekellere peşkeş çekilerek onların da tepkileri kırılmaya çalışıldı. Türkiye'nin üyesi bulunduğu topluluklardan dışlanmaması için akıl almaz ödünler verildi. Yeni dünya düzeninde kendilerine biçilen rol başarılı biçimde yerine getirildi. Terör bahanesi ile demokratik, siyasi, insanî ve etik değerler yerle bir edildi, çürütüldü. Gazete büroları bombalandı, gazeteciler, yazarlar, milletvekili ve insan haklan savunucuları öldürüldü. Kitaplar, gazeteler toplatıldı. Hak, bilgi edinme, haber alma ve gerçeği öğrenme hakkından yoksun bırakıldı.
Yaşar Kemal
Vergiler, angaryalar, hele de yol vergisi senin kanını kuruttu. Aç kaldığında da yabancılarından başka yiyeceğin olmadı. Şeker yüzü görmedin. Kimi Demokrat Partililer, ellerinde şeker küpleri halka gösteriyorlar, kürsülerden bunun adı nedir, diye alan alan, kasaba kasaba halka şeker gösteriyorlardı. Daha da korkunç yoksulluk tabloları çiziyorlardı. Gene alanlarda, kasaba kasaba, il il, köy köy dolaşarak bağırıyorlardı: Candarma işkencesi görmemiş, dayağı yememiş, angaryaya gitmemiş, yol parasından hapse girmemiş köylü varmıdır, diye soruyorlardı.
Yalanlarla Zehirlenmiş
Orhan Pamuk
Kürt sorunu ve son olarak Kuzey Irak'ın Türk ordusunca işgali konusunda Türkiye kamuoyunda duyulan sesler, kullanılan kelimeler ve son on yıl boyunca yaygınlaşarak bütün Türkiye'ye hâkim olan bir dil bana bazan bu eski, sevimli ve korkutucu hikâyeyi hatırlatıyor. İpe sapa gelmez bir dille konuşan vatandaşlarım arasında kendimi yalnız hissettiğim için değil, hayır!
Mehmed Uzun
23 May 2010
Rachmaninov`un `üç numaralı piyano konçertosunu` Rachmaninov`un önünde çalıp o ünlü Rus kompozitöre, `çalarken ruhuma dokundunuz`dedirten ve sol kolunu bir felce kaptırıp sakat kalan hocasının, `piyano bir canavardır, onu denetleyemezsen yutar seni` dediği genç piyanistin, bir canavar tarafından yutulmayı göze alarak `üç numaralı konçertoyu` çalmak için ihtirasla titremesini seyrettiniz mi?
Hazırlıksız ve kırılgan bir ruhun taşıyamayacağı kadar büyük bir duygusal coşku gerektiren bu parçayı çalarken, yanlış sevgilerle örselenmiş ruhunu ortaya koyan o piyanistin, dünyanın en zor piyano parçası denilen konçertoyu çalabilmek için sağlığını, geleceğini ve bütün hatını tehlikeye atmasını aptalca bulmadan önce, bir insan neden hayatını bir piyano parçası çalmak için tehlikeye atar diye sordunuz mu? Gizlilerde bir yerde böyle bir soru saklıyor musunuz; bir gün lazım olur da belki sorarım diye, hayatınızn bir bölümünde böyle bir soru hazırlayıp koydunuz mu bir yanınıza?
Siyah smokini, bağlı olduğu baştan bağımsız ayrı bir canlı gibi kıvır kıvır uçuşan saçları ve kalın gözlükleriyle piyanonun başına gelip parçayı çalmadan önce gözlüklerini çıkartarak keskin bir bıçak gibi simsiyah parıldayan piyanonun üstüne koyan genç çocuğun, dokunduğu her notayla geleceğinden ve hayatından bir parçayı tuşlara bıraktığı o konserde, olağanüstü bir duyarlılıkla çaldığı parçanın bitiminde kendisini ayakta alkışlayan kalabalığın önünde selam verirken yıkılıp kalıvermesini görmelisiniz.
Bir insanın hayatından kıymetli ne var ki, onun uğruna, bir piyano parçası için hayatını veriyor diye sormalısınız.
Ruhunda ve aklında ne varsa, hepsini son katresine kadar `üç numaralı konçertonun`ışıltılı tınılarına terk eden çocuğun zaten kırılgan olan iç dünyasının, bir zümrüdüanka yumurtası gibi çatlayıp kendi içindeki büyülü kuşun üstüne çökmesini ve çocuğun o parçayı çaldıktan sonra on yedi yılını akıl hastanelerinde geçirmesini anlamak zor, eğer hayatınızda daha kıymetli birşey yoksa.
Sizin hayatınızda çalmak için uğruna hayatınızı vereceğiniz bir `konçerto`yok mu?
`İşte bunun için yakarım geleceğimi` dediğiniz bir parça bulunmuyor mu repertuarınızda?
Yoksa eğer bu, hayatınızda hayatınızdan daha kıymetli bir şey bulunmuyor demektir"
duyarak uyanıyordu.
Yüzlerce yıl önce dağ köylerinin izbe odalarında dokunmuş, çiğnene çiğnene
solgunlaşmış bu halıların üstünde yürüyen son canlılar olan ince belli, titrek eklemli,
boğumları simsiyah parlayan karıncaların kimsenin duymadığı adım sesleri, osman'ın
zamandan ve dünyadan kopmuş durgun ruhunda içini korkuyla titreterek yankılanıyordu.
Bir zamanlar büyükannesinin, şehvetin en ıssız, en ücra köşelerine gidip oralarda insan
etinin tadabileceği en keskin zevkleri aradığı geniş yataktan zorlukla iniyor, ayaklarını,
sürekli çıtırtılarla eskiyen ahşap tabana basıp bir zaman bu pürtüklü serdikten güç almaya
çabalayarak bekledikten sonra, kalkıp yorgun adımlarla odadan çıkıyordu.
Sırtında, dedesinden kalma, yer yer eprimiş, beyazlığını çoktan kaybetmiş uzun gecelik entarisiyle salona gidip bütün lambaları yakıyor ve orada görmeyi beklediği karıncaları değil, şeffaf ve kaygan bedenleriyle huzursuzca kıpırdaşan ölülerini buluyordu.
Zamanın mahpuslarıydı onun ölüleri, doğduklarında önlerinde uzanan zamanın içinde sanki onları hiçbir şey durdurmayacakmış gibi yürümüşler, ölüm önlerini kestiğinde, doğumlarıyla ölümleri arasındaki zamana kısılıp kalmışlardı..."
CODE: [TUR-L] [ALTA - 18858]
Tehlikeli Masallar
http://members.tripod.com/pia_pia/_private/yilan.htm
http://members.tripod.com/pia_pia/_private/tehlikeli1.htm
Yalnızlığın Özel Tarihi
CODE: [TUR-L] [ALTA - 18859]
Sudakİ İz
"ahmet altan’ın sudaki iz (1985) adlı romanı, tipik bir "12 eylül" romanı. "12 mart" romanlarıyla "12 eylül" romanları arasındaki en önemli içerik farkı şudur: "12 mart" romanlarında, hapislere düşen, işkenceler gören, öldürülen "devrimci" gençlere ağıt yakılırken, "12 eylül" romanlarında "devrimci" gençlere saldırılmaktadır. sudaki iz, bu tip romanların ilk örneği. okurun sağduyusunu böylesine küçümseyen, kendi kuşağından gençleri böylesine aşağılayan, egemen güçlerin kamuoyuna kabul ettirmeye çalıştıkları "devrimci prototipleri"ni (yani taşradan gelen, yalnız ve doyumsuz, hor görülen, kızlarla ilişki kuramayan delikanlılar ile şımarık, ukala, analarına babalarına kızmayı topluma başkaldırma sanan, serüven bitince sınıflarının bağrına dönen zengin veletleri.) "devrimci gençlik" diye böylesine pervasızlıkla betimleyen bir başka roman okumadım." Fethi Naci (eksi sözlük'den; kuklaci'nin Mevsimsiz dergiden alintisi)
Dört Mevsim Sonbahar
baba, oğul, sevgili üçgeni içinde geçen olay örgüsüyle,
roman kurgusu içinde yeni bir gerçeklik yaratmaya çalışıyor.
Mitinglerin, gösterilerin, çatışmaların, ölümlerin oluşturduğu bir fon üzerinde gelişen kuşaklararası çatışmaları işleyen
bu roman, aşkla, ölümle, yaşamla, edebiyatla, yazarla ve okurla hesaplaşıyor.
Bir yandan bunların hepsiyle dalga geçerken
bir yandan da hepsini ciddiye alıyor.
(Arka kapak'tan)
"Girişinde çetin altan'ın babadan nasihat tadında yazdığı bir bölüm bulunan kitap." copycat
" "küçükken, seni kucağımda balkona götürdüğümde, yıldızları tutacakmış gibi ellerini gökyüzüne uzattığında anlamıştım herşeyi" şeklinde, babası çetin altan 'ın oğluna yazdığı bir bölümün de bulunduğu roman. " fandango
22 May 2010
La vie est belle, mon vieux
amour : voir, penser, comprendre,
COTE: [FRA-L] [HIKM-38884]
(183 pages)
[Actuellement en prêt (K.S.), retour le 20 mars r 2010]
Nazim Hikmet Ran, dit Nazim Hikmet
21 May 2010
Il neige dans la nuit
moi Nâzim Hikmet poète turc moi
ferveur des pieds à la tête
des pieds à la tête combat
rien qu’espoir, moi.
...
Je suis dans la clarté qui s'avance
Mes mains sont toutes pleines de désir, le monde est beau.
Mes yeux ne se lassent pas de regarder les arbres,
les arbres si pleins d'espoir, les arbres si verts.
Un sentier ensoleillé s'en va à travers les mûriers.
Je suis à la fenêtre de l'infirmerie.
Je ne sens pas l'odeur des médicaments.
Les oeillets ont dû fleurir quelque part.
Et voilà, mon amour, et voilà,
être captif, là n'est pas la question,
la question est de ne pas se rendre...
Extrait de "Il neige dans la nuit et autres poèmes"éditions Gallimard, 2002, page 84
L'air est lourd comme du plomb
je crie, je crie, je crie.
venez vite, je vous invite a faire fondre du plomb.
il me dit :
tu t'enflammeras à ta propre voix
et cendre tu deviendras
comme kerem tu te consumeras
tant de misere
si peu d'amis
l'oreille des coeurs est sourde
l'air est lourd comme du plomb
et moi je lui dis :
"que je brûle,
que cendre je devienne comme Kerem.
Si je ne brûle pas, si tu ne brûle pas
si nous ne brûlons pas
comment les tenèbres
mèneront-elles à la clarté..."
l'air est lourd de promesses comme la terre.
l'air est lourd comme le plomb
je crie je crie je crie.
accourez,
je vous invite a faire fondre du plomb.
Nazim Hikmet
20 May 2010
BENİM ADIM KIRMIZI
19 May 2010
Mon nom est Rouge
pour faire entendre
COTE: [FRA-L] [PAMU-38950]
(736 pages)
Premier Prix Nobel turc, en 2006, Orhan Pamuk est né à Istanbul le 7 juin 1952 dans une famille aisée de la classe moyenne acquise aux valeurs de la République kémaliste. Son père était ingénieur, comme son oncle et son grand-père. C'est ce grand-père qui est à l'origine de la fortune familiale, en grande partie perdue par le père.
Dans sa jeunesse, Orhan Pamuk a d'abord été élève du prestigieux lycée américain Robert College d'Istanbul, avant d'étudier l'architecture et le journalisme à l'université d'Istanbul. Promis à la réussite sociale, il choisit un tout autre destin, au grand dam de sa famille. Il hésite d'abord entre différentes voies, puis il décide, à l'âge de vingt-deux ans, de se consacrer exclusivement à l'écriture. Quelques années plus tard paraît son premier roman.
De 1985 à 1988, il a été écrivain invité de l'université Columbia à New York, puis de l'université d'Iowa. Exception faite de ces séjours à l'étranger, il a toujours vécu dans le quartier européen de Nişantaşı d'Istanbul, où est située la maison de son enfance qui surplombe le Bosphore.
http://www.universalis.fr/encyclopedie/orhan-pamuk/18 May 2010
Mémed le Mince
Craint des riches et des oppresseurs, aimé des pauvres, il devient un personnage légendaire à travers plaines et montagnes d'Anatolie.
Yachar Kemal, de son vrai nom Sadik Gökceli, est né en 1922 dans un petit village de la province d’Adana (Cilicie), dans la plaine de Tchoukourova, qui se situe au sud de l’Anatolie.
À l’âge de cinq ans, il perd son père d’origine kurde, assassiné à la sortie de la mosquée. Auprès de sa mère turque, Yachar Kemal grandit dans la misère. Après l’école primaire, il s’inscrit au collège à Adana, mais il n’arrive pas à terminer ses études. Il est obligé de gagner sa vie comme ouvrier agricole dans les plantations de coton, dans les rizières ; il exerce divers métiers, comme garde champêtre, employé du gaz ou écrivain public.
À Istanbul, où il s'installe en 1951, il publie des reportages très appréciés sur les différentes régions du pays dans le grand quotidien Cumhuriyet (La République). Son premier recueil de nouvelles, genre dans lequel il excelle tout de suite, paraît en 1952. C’est son premier roman, Ince Memed (1955, Mèmed le Mince), qui le place d’un coup parmi les écrivains turcs les plus importants. Le roman connaît un grand succès en France puis aux États-Unis et est traduit en trente-cinq langues.http://www.universalis.fr/encyclopedie/yachar-kemal/
17 May 2010
İNCE MEMED
geri kalmışlığı,
cahil bırakılmışlığı,
köy hayatının sefaleti
ve ağaların tüm yöreye tamamen hakim olması üzerine
bu duruma
karşı
bir isyan öyküsüdür.
16 May 2010
Yaşar Kemal: Bir Geçiş Dönemi Romancısı
"Bu yüzyılın olağanüstü olaylarından birini yaşadım. Çukurova`nın geçirdiği büyük değişimleri yaşamak, daha sonra bunları gözlemlemek ve yazmak fırsatı buldum. Kendimi seve seve, beraberinde getirdiği tüm sorunlarıyla eski ile yeninin bir arada var olduğu bir geçiş döneminin tanığı olarak nitelendirebilirim." Yaşar Kemal
15 May 2010
İncİ'nin Maceraları
(Arka Kapak)
http://www.orhankemal.org/
WHY ORHAN KEMAL? By Asli Odman
14 May 2010
Yediçınar Yaylası
(Arka kapak)
“Yarım yamalak bilgili kafama bir çok kocaman meseleler yığdılar. Kant, Descartes, Nietzsche, Engels hatta Marks bomboş kafamda koşmaca oynuyorlar. Demokrasi, liberalizm, komünizm, bolşevizm, faşizm, hitlerizm, emperyalizm fır dönüyor etrafımda. Gözleri yeni açılan anadan doğma bir kör gibiyim(…) Sınıf kavgalarının korkunç meydan muharebesine seyirci kalmak, muayyen bir cephenin üniformasını giymemek hakkına bile malik değilmişim. (Oportünist denilen şaşkınların arasında durduğun yeter!) diye haykıran inandırıcı bir ses duyuyorum.” Kemal Tahir
“Bir neslin yüz akıdır Kemal Tahir. Türk düşüncesine ufuklar açmıştır. Türk romanının en yiğit, en güçlü, en büyük temsilcisidir. Belki de çağdaş romanın demeliydim...” Cemil Meriç
COTE: [TUR-L] [TAHI-39606]
(367 sayfa)
TCKBZA 41
Kemal Tahir Kitapları
Kemal Tahir 100 yaşında
13 May 2010
Kasaba
Sen, koşmaya alıştırdığın bedeninle çoktan patlamış tufana aldırmadan, farkında olmadan, kaldığın yerden devam ediyorsun; uzaklıkların büyüttüğü aşkın kitabında yazanlara inanıyorsun.
Galiba haklısın; çünkü korkunun bize öğretilenlerden, inanmayıp kendi öğrendiklerimizden başka anlamı da var; hayatımıza dokunulmamasını istemek gibi.
Ne söyleyebilirim sana? Yolun ya da oyunun açık olsun!
Arka kapak
(136 sayfa)
SÖYLEŞİ / Erkan Uzunalioğlu
11 May 2010
Yolpalas Cinayeti
"Duygusallıkla yaklaştığımız romanlar vardır; Yolpalas Cinayeti benim için onlardan biri. Halide Edib Adıvar’ın en güçlü eserlerinden mi? Sinekli Bakkal kadar ünlü, Kalb Ağrısı kadar ince ve duyarlı, Handan kadar çarpıcı mı? Bunları bilemem. Ama Yolpalas Cinayeti’nin derin etkisi altında kaldığımı, yıllar yılı ondan izdüşümlerle yaşadığımı mutlaka söylemeliyim." SELİM İLERİ
10 May 2010
Hafız ile Semender
Çünkü gerçekten çok iyi filmler izliyorum ve ne güzel yapmışlar deyip, alkışlıyorum. Şirimize de öyle bakıyorum. Dergilerde, kitaplarda okudukça içim ısınıyor. Beni şiir yazmaya biraz da onlar kışkırtıyor aslında. Okur olmak kışkırtıyor. O yüzden ben büyük şair, hele iyi şair olmaktan çok iyi bir şiir okuru olmak konusunda iddialıyım. 10 yaşında başlamıştım. Allah’a şükür, 41 senedir iyi bir şiir okuruyum.
Ben de onun için söyledim, belki 42 demem gerekirdi. Şairler azınlıktadır; dünyada da azınlıktadır. Çok iyi, çok büyük şairler dünyada da azınlıktadır. Türkiye’de de iyi şairler var. Büyük şair başka bir şeydir. Türkiye’ye de az gelmiştir, başka dillerde olduğu gibi. Nazım Hikmet uzun süre okunmadı, yasaklıydı ama şimdi külliyatın bütününe baktığımızda, insan sadece Nazım Hikmet’i okuyarak bile bütün ömrünü geçirebilir. Böyle olsun demiyorum ama, şiirini her seferinde okuduğum zaman... 1929’larda yazılmış şiiri bugün yazılmış gibi. Bugünün meseleleriyle doluymuş gibi hala taze. Öyle güçlü bir şiir var. Birbirini etkileyip gelen pekçok kuşak var. Ben kendimi bunların yanında tabii ancak “şiir yazarı” olarak görebilirim.
"Sadece Nazım’ı okuyarak ömrümü geçirebilirim" NTV-MSNBC KüLTüR SANAT EDEBiYAT
Haydar Ergülen est l'un des importants poètes de la génération récente contemporaine de la littérature turque. Né en 1956 à Eskişehir, il est diplômé du Département de sociologie à Orta Doğu Teknik Üniversitesi (Middle East Technical University) à Ankara. Parmi ses livres de poésie publiés : "Sokak Prensesi" (Rue de la Princesse/ 1991), "Eskiden Terzi" (Une fois un tailleur), "40 Bir şiir ve" (40 poèmes et One/ 1997), "Karton Valiz" (Valise en carton/ 1999). Avec "40 poèmes et One", Ergulen a remporté en 1997 le prestigieux prix " Behçet Necatigil Poetry Award " ainsi que le" Orhon Murat Arıburna Poetry Award ". Pour certains de ses livres, il a utilisé le nom de plume "Hafiz".
Radikal Arşivinde 308 tane Haydar Ergülen köşe yazısı
Star Arşivinde Haydar Ergülen yazıları