"Padişahla karısının bir türlü çocuğu olmuyormuş, ne yapmışlarsa bir
türlü bir
çocuk sahibi olamamışlar. Bir gün yaşlı, uzun sakalları olan beyaz bir
adam saraya
konuk gelmiş, padişah adamı çok sevip akşam yemeğine alıkoymuş. Yemekten
sonra
sakallı ihtiyar "Galiba sizin meyveniz yok" demiş. Padişah hemen
atılmış,
"Her meyveden var, ne istersiniz?" demiş. "Yok," demiş ihtiyar,
"onu söylemiyorum, galiba sizin çocuğunuz yok, onu söylemek istiyorum."
Padişahla karısının gözleri dolmuş, "Çok istedik, ama olmadı,"
demişler. "Peki," demiş ihtiyar, "ben size bir yol göstereceğim,
dediklerimi yaparsanız çocuğunuz olur. Ülkenin en ucundaki dağın
tepesinde bir
pınar var, baharın yaza başlandığı gece, tam sabah olurken, mehtap
batmadan, güneş
de çıkarken çırılçıplak o pınara girip yıkandıktan sonra, 'hayırlısı
neyse
olsun' deyip birbirinize kavuşacaksınız." Yaşlı adam bunları söyledikten
sonra
odasına çekilmiş, ertesi sabah da kimseye görünmeden saraydan ayrılıp
gitmiş.
Padişahla karısı, büyük bir kalabalıkla yola çıkmışlar, dağın başındaki
pınara girip yıkanmışlar, sonra da çadırlarına çekilip yataklarına
girmişler.
Padişahın karısı, "Allahım bize bir evlat ver de nasıl verirsen ver,"
demiş. O gece padişahın karısı hamile kalmış. Aradan dokuz ay geçmiş.
Doğum
vakti gelmiş. Saraya ülkenin en ünlü ebelerini çağırmışlar. Ama sultan
bir
türlü doğuramıyormuş, ne yaparlarsa yapsınlar sultan bir türlü
doğuramıyormuş.
Kentte babasıyla ve üveyannesiyle yaşayan çok güzel ve çok fakir bir
genç kız
varmış. Padişah, öfkesinden karısını doğurtamayan bütün ebelerin başını
vurdurtmuş. bunu duyan kötü kalpli üveyanne, saraya gidip, "Benim bir
üvey
kızım var, sultanı doğurtsa doğurtsa o doğurtur," demiş. Bunun üzerine
saraydan adam gönderip kızı çağırtmışlar. Kız başına ne geleceğini
anlamış,
doğru annesinin mezarına gitmiş, annesinden akıl sormuş: "Anneciğim ben
ne
yapacağım, hiçbir ebenin doğurtamadığı sultanı doğurtmak için beni
çağırdılar, benim de kellemi kesecekler." Tam o sırada ak sakallı bir
ihtiyar
peydah olmuş mezarın yanında, "Ağlama kızım," demiş, "ben sana ne
yapacağını anlatacağım, dediklerimi yaparsan, kelleni kurtarırsın."
Sonra
kıza ne yapacağını anlatmaya başlamış. "Sultan benim dediklerimi
tutmadı,
hayırlısını isteyeceğine, ne olursa olsun dedi, bu yüzden de evlat
yerine karnında
bir yılan taşıyor şimdi, sen saraya gidince, hemen bir kazan süt
isteyeceksin, sütü
sultanın bacakları arasına yerleştireceksin, sütün kokusunu alan yılan
da dışarı
çıkacak." Kız saraya gitmiş, ihtiyarın dediklerini yapmış. Gerçekten de
sultan, kocaman, kara bir yılan doğurmuş. Hemen padişaha haber
vermişler. Sultan
hanım ağlamış, "Ne yapacağız," diye bir zaman çırpınmışlar, sonunda
"Yılan mılan, evlat evlattır" deyip yılanı kimseye göstermeden sarayın
arka odalarından birine yerleştirmişler, ülkede padişahın bir evladı
oldu diye
şenlikler yaptırmışlar. Aradan yıllar geçmiş, arka odada bırakılan kara
yılan
büyümüş, bir gün padişah babasına haber göndermiş, "Ben artık evlenmek
istiyorum," demiş. Padişah, ne yapsın, bir tanecik evladı. Vezirlerden
birinin
kızını oğluna istemiş. Düğün yapılmış, gelini gerdeğe sokmuşlar, ertesi
sabah
kapıyı açmışlar ki, kızın cesedi bir köşede yatıyor. Yılan kızı sokup
öldürmüş. Başka bir vezirin kızıyla evlendirmişler. Yılan onu da sokup
öldürmüş. Saraydaki kızlar birer birer öldükten sonra, halktan kızlarla
evlendirmeye başlamışlar yılan prensi, o kızlar da ölmüş. Genç kızlar
saraya
gelin gidip birer birer ölüyormuş. Halk, prensin yılan olduğunu
bilmiyormuş, ama
prensle evlenen kızların öldüğü memlekette yayılmış, herkes kızını
memleketten
kaçırmaya çalışıyormuş. Bir gün yılanı doğurtan ebe kızın üveyannesi,
saraya
gitmiş, "Benim çok güzel bir kızım var, sultanı da zaten o doğurtmuştu,
prensin dilinden o anlar, onunla evlendirin prensi" demiş. Hemen
kadının evine
adamlar gönderilmiş, kız babasından istenmiş, adamcağız ne yapsın,
padişaha
hayır diyecek hali yok ya, kızını vermiş. Bunu duyan kız öleceğini
anlamış,
hemen annesinin mezarına koşmuş yeniden. "Anneciğimi beni prensle
evlendirecekler
ama prens bir yılan. Beni de öteki kızlar gibi sokup öldürecek, genç
yaşımda
öleceğim," demiş. Kız annesinin mezarı başında ağlarken, beyaz sakallı
ihtiyar görünmüş yeniden. "Ağlama," demiş, "yılan kılığındaki
prens aslında çok yakışıklı bir delikanlıdır, dediğimi yaparsan insan
haline
döner, çok mutlu bir hayat sürersiniz." "Ne yapacağım?" diye sormuş
kız. İhtiyar da anlatmış. "Seni gerdeğe sokacakları zaman, üstüne kırk
gömlek giyeceksin. Sen odaya girince yılan sana 'soyun' diyecek, sen bir
gömleğini
çıkart, sonra sen de ona 'sen de soyun bakalım yılan bey,' de, o da
derilerinden
birini çıkartacak, sonra sana yeniden, 'soyun' diyecek, sen gene ikinci
gömleğini
çıkarttıktan sonra ona 'sen de soyun yılan bey,' diyeceksin, böyle böyle
kırk
derisini de çıkarttıracaksın, kırkıncı derisini çıkarttıktan sonra
yakışıklı
bir delikanlıya dönecek. Ama sakın ola ki, o bütün derilerini
çıkartmadan sen
soyunup kalma. O derilerini çıkartmadan soyunursan, seni çıplak görürse
sokup
öldürür." Kız hazırlanmış, alıp saraya götürmüşler, düğün olmuş,
sonra kıza gerdeğe gireceksin demişler, kız da ihtiyar adamın dediği
gibi kırk
gömlek giymiş üstüne, her şey ihtiyarın dediği gibi olmuş, bir kız
çıkartmış
gömleğini, bir yılan çıkarmış derisini, birlikte soyunmuşlar, sonunda
kırkıncı
deriden de sonra yılan çok yakışıklı bir delikanlı olmuş, ikisi yıllarca
mutlu
yaşamışlar...
http://members.tripod.com/pia_pia/_private/yilan.htm
http://members.tripod.com/pia_pia/_private/tehlikeli1.htm