30 Nis 2010

Kasırganın Gözü

Kısacık, okundukça açılan, farklı yönlere uzanan bu sarsıcı metninde Necati Tosuner, balkondaki yalnız adamın, kendini oynayan yabancının şimdisini anlatıyor bize; geçmişteki acılarla geleceğin karabasanları arasına sıkışmış bir şimdi bu: Yalnızlıklardan yalnızlıklara damıtılmış bir koku, kendini kesmeye yatkın bir bıçak, yere düşen bardak ve balkondan gördükleri... Anılar, sevgili ve sevgisiz yüzler, yürünmüş geçilmiş sokaklar, söylenmemiş sözler... Karanlık bir gelecek. Kasırga.Düşüyor.Bardağın düşüşü gerekenden ve beklenenden -yani bilinenden- uzun olmamıştı. Kısa da olmamıştı. Bardak uçmaz, düşer. Düşerken bağırmaz, yardım çağırmaz. Sövmez de. Bardağın düşüşünü cep telefonuma aldım, sonradan onun düşüşüne, düşerken takla atışına, kaç takla atışına bakacağım sanılmasın. Çünkü öyle bir telefonum yok. Olmasını da istemedim. Gözlerimi kapatıp, bardağın kaç takla attığını düşleyerek keyiflenecek de değilim. Ben bardağa benzerim, keyiflenmem. -Bak sen!- Ben bir bardağım demek istemiyorum. Bardağı övmekten ya da yermekten kaçındığım için, ben bir bardak değilim demek de istemiyorum. Demek istiyorum ki, bardak düşerken... SEN nerdeydin, bardak dolarken!

COTE: [TUR-L] [TOSU-39072]
(66 sayfa)

29 Nis 2010

Kuru Sevda

Hikayenin Konusu:

Bir köylünün gördüğü bir rüya üzerine, köyde bir türbenin yapılması.

Ana fikir:

Eğitimsiz köylü, boş ve yanlış inançlara çok çabuk kapılabilir.

Ana Hatlarıyla Vaka:

Şık Arif adlı bir köylü rüyasında bir ermiş görür. Ermişin onu Müslümanların başkanı seçtiğini, bütün köyün onunla birlikte cennete gideceğini söyler. Bir de köyün tepesinde dinimizin en ulu evliyasının mezarı olduğunu, bunu bulup oraya bir türbe yapmalarını istediğini tüm köylüye duyurur. Köylü de hemen galeyana gelip, hep birlikte mezarı aramaya koyulur. Sonunda bir kafa kemiği bulurlar ve bunun evliya olduğunu ilan ederler. Hemen oraya bir türbe yaparlar. Kafayı da ziyarete gelenlerin görmesi ve öpmesi için duvara asarlar. Tabii bu arada Şık Arif de ermiş ilan edilir. Hikaye biter.

Şahıslar Dünyası:

Şık Arif hikayenin kahramanıdır. Şık Arif’ in olay içindeki rolünden başka bir özelliği verilmemektedir.

Hikayede bir de Tellalcı Osman vardır. Yalnızca bir yerde, tüm köylüyü camide toplamak için tellal çağırmasıyla geçiyor.

Olay Örgüsü:

Hikaye, Şık Arif’ in rüyasını Tellalcı Osman’ a anlatmasıyla başlıyor. Köylünün rüyaya inanıp, evliyanın mezarını aramaya çıkmasıyla gelişip, türbenin yapılmasıyla bitiyor.

Mekan:

Gerçektir,bir köyde geçer.Fakat hikayede yalnız olay verilmiş, mekan tasviri yapılmamıştır.

Bakış Açısı:

Hikaye de üçüncü tekil anlatım kullanılıyor. Olayı gören, ama bire bir yaşamayan biri tarafından aktarılıyor.

Zaman:

Gerçektir. Geriye dönülen zaman kullanılır. Roman- sayfa 13: <…. daha önce kendi akıllarındakinin aynısı olduğu için midir, dillere destan ettiler. >

COTE: [TUR-L] [MAKA-39008]

(183 sayfa)

http://www.kitapanalizim.com/

26 Nis 2010

Yurdum Benim Şahdamarım

Ahmet Arif hasreti 'Yurdum Benim Şahdamarım'la bitiyor!

Usta şair Ahmet Arif'in ilk ve tek kitabı 'Hasretinden Prangalar Eskittim'de yer almayan, dergilerde kalmış gençlik şiirleri ve yayımlatamadığı son şiirleri ilk defa bir kitapta biraraya geliyor.

Uzun yıllardan sonra şairi okurlarıyla buluşturan 'Yurdum Benim Şahdamarım'da şairin el yazıları, çeşitli fotoğrafları ve Adnan Binyazar, Metin Demirtaş ve Veysel Öngören'in Ahmet Arif şiiri üzerine kaleme aldıkları yazılar da yer alıyor. Şairin birçok şiirini gün ışığına çıkaran bu önemli çalışma, şiir sevenler ve edebiyat araştırmacıları için bir başvuru kaynağı niteliğinde.
(Arka kapak'tan)

25 Nis 2010

Bir Ülkeye Ağıt: Annus Horribilis

"Annus Horribilis", yani "Dehşet Yılı"...
Türk basınının duayenlerinden ve en onurlu seslerinden biri olan Doğan Özgüden, 1993 yılını böyle nitelendirmişti...
Gerçekten de 1993 yılı, yaşanan son derece dramatik olaylar ile tam bir "dehşet yılı" olmuştu.
Elinizdeki "Günlük" o yılda yaşananlardan kesitler sunuyor ve bugün haklı çıkan öngörülerde bulunuyor.
(Arka Kapak)


COTE: [TUR-L] [ZARA - 39789]
(208 sayfa)
M.S. (1)

24 Nis 2010

TARİHİN IŞIĞINDA

- Biz hepimiz kendimize göre birer Enver Paşayız. Elimize fırsat geçse nice Enver Paşalıklar yaparız. Onun için birinci harbin komutanlarının aceleciliğini ve hayalciliğini hak vermesek de anlamak lazım.

- Dünyada hiçbir doğru dürüst devlet yoktur ki dini kontrol etmesin. Bunun demokratik gelişmemişlik düzeyiyle de ilgisi yoktur. Büyük dinlerin yapısı ve ananesi böyledir

- Fatih doğu ve batı dillerine hakimdi. Kanuni bir kuyumcu, IV. Murad ressam ve müzisyen, II. Abdülhamid usta bir marangozdu. Abdülaziz şark ve garp musikisinde eserler bestelemişti.

- "Türkiyeli" ismi tercüme edilemez, içeriği bakımından bu kelimeyi teklif edenlerin de amacını zaten karşılamaz. Başka bir kimlik kullanmak isteyenler bunu ifade edebilirler. Ama bunun için ülke yurttaşlığının ve kimliğin adını değiştirmelerine lüzum yoktur, hakları olduğunu da zannetmiyoruz.

Tarihçi İlber Ortaylı sıra dışı analizlerine ve güçlü yorumlarına devam ediyor. Kendisine has bakış açısıyla geçmişi "Tarihin Işığında" ustaca değerlendiriyor.
Arka kapak


COTE: [TUR 93] [ORTA-40009]
(231 sayfa)
M.Y.(1)

23 Nis 2010

Yağmur Sıkıntısı

Yağmur Sıkıntısı, şiirlerinin yanı sıra yazdığı romanlar ve tiyatro oyunları da ilgiyle karşılanan Oktay Rifat’ın (1914-1988) bütün oyunlarını bir araya getiriyor: “Kadınlar Arasında ya da Fettah Paşalar”, “Birtakım İnsanlar”, “Atlarla Filler ya da Dirlik Düzenlik”, “Çil Horoz” ve “Yağmur Sıkıntısı”.
Gerek romanlarında gerek oyunlarında, ekonomik ve kültürel alanda toplumda yaşanan değer değişimlerinin bireyler üzerindeki etkilerini irdeleyen Oktay Rifat’tan şair işi oyunlar… “Bir duman içindeyim ben de. Günüm güne, gecem geceye benzemiyor. Yatakta gözlerim faltaşı gibi açık, ayakta uykuda gibi. Yemiyorum, içiyorum. Dövse beni okşamış gibi geliyor. Kovsa beni çağırıyor diyorum. Surat asıyor, gülümsediğini sanıyorum. Bağırıyor, işte gönlümü alıyor, diye düşünüyorum. Sevmekle düşmanlık karıştı. Küçük Hanım’ı kızdığım için seviyorum, karımı acıdığım için dövüyorum. Gülmekle ağlamayı ayıramaz oldum. Ellerimin biri bende, biri onda. O bakınca görüyorum. Duyarsa işitiyorum. Ağzım açık, onu öpersem kapanabilir.
Kollarım sarkık, yalnız ona sarılabilir.”

22 Nis 2010

Hiçbiryer

Erkeklerin hikayesi neden yok?
Hikaye biriktiren, hikayeleriyle birbirine tutunan, hikayeleriyle yarışan, hikayeleriyle konuşan kadınlara inat, neden bunca sessiz erkekler dünyası!
Gürültüden yana zengin, sözden yana fakir! Kadınları erkeklerin "burada" olmamasından şikayet eder daima. "Burada" olmayan erkekler nerededir? Eğlenen, oyalanan, yarışan, ama konuşamayan sessiz erkekler korosu.
Sessiz erkekler korosundan bir karakter: Şahin! Adı Şahin, gönlü turna. Sevdiğinin artık yanında olmadığını fark ettiğinde, uçmaktan vazgeçip yere inen turna.
Dünyadan uzaklaştıkça kendine yaklaşan. Kendine yaklaştıkça göle dönüşen Şahin.
"Ol"duğu yerden vazgeçen. Durduğu yerden vazgeçen. Doğduğu yere dönen, ama varamayan.

(Arka Kapak)

21 Nis 2010

Ben Bir Gürgen Dalıyım

Yazma serüvenini “hayatı kelime kelime genişletmek” olarak adlandıran Hasan Ali Toptaş, metinlerini birer senfoniye de dönüştürerek, dışarıyla içerinin, görünenle iç dünyanın, gerçeklikle rüyaların, somutla soyutun çarpışmasından doğan tekinsiz bir atmosfere çağırıyor okurunu. Tam bir yazı ustalığıyla, Türkçenin imkânlarını sonuna kadar zorlayarak, edebiyatın büyülü dünyasına kapılar açarak... “… ben de, neden olmasın belki uçarım diye, hemen kanat çırpmaya başladım. Daha doğrusu, ne kadar yaprağım varsa hızla açıp kapadım. Böyle yapınca, ilkin, yemyeşil bir hışırtıya boğuldum tabii. Öyle ki, ellerindeki baltalarla üzerime yürüyen adamlar bile bu hışırtıyı duyunca bir an için duraksadılar. Derken, onların şaşkın bakışları altında, tıpkı bir kuş gibi yerden havalandım ben ve boşlukta, tıpkı bir kuş gibi uçmaya başladım.”

20 Nis 2010

Cumba

‘Cumba’, Karin Karakaşlı’nın Agos gazetesinde 1996-2008 yılları arasında, aynı isimli köşesinde yayımlanan yazılarından bir seçki. Karakaşlı, bundan on bir yıl önce, Hrant Dink’in teklifiyle başladığı Agos yazılarının, hayatının en önemli duraklarından biri olduğunu söylüyor. “O Cumba’da büyüdüm sonraki zamanda. Önceleri cümlelerim daha kocamandı, şu ağız dolusu cinsinden. Pek de muzinpti üstelik. Derken öğrenmeye başladım.” diyen Karakaşlı, söz konusu yazılarının en beğendiklerinden bir demetle okurun karşısına çıkıyor. 1998’de öykü dalında Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazanan Karakaşlı’nın, ikisi öykü, biri roman, diğeri de gençlik romanı olmak üzere, yayımlanmış dört kitabı bulunuyor.

19 Nis 2010

Ay Denizle Buluşunca

"Annesinin ölümünün ardından bir türlü kendine gelemeyen Deniz, babasının yeniden evlenmesiyle daha da mutsuz olur. Babasının ve kendisinden dostluğu dışında bir şey istemeyen yeni eşi idil'in ısrarlarına rağmen, uzak bir şehirde oturan teyzesi ve eniştesiyle yaşamaya karar verir. Ev, Deniz için sadece yaz tatillerini geçirmek zorunda olduğu bir mekândır, kesinlikle bir yuva değildir. Hatta babasıyla yeni eşinin yaşadığı evi kendisi için yuva kılmamaya kararlı bir tavır sergiler. Ölen annesine yazdığı mektuplar sayesinde yaşama tutunmaya çalışan Deniz, o yaz tatilinde de baba evine gönülsüz gelmiştir.
Ailesinin yeni taşındığı sokakta, karşı evde Aykızı adında sıcakkanlı, duyarlı bir genç kız oturmaktadır. Aykızı'yla kurduğu arkadaşlık, Deniz'in çok hoşuna gider. iki genç en gizli sırlarını paylaşır, kalplerini birbirlerine açarlar. Aykızı, Deniz'in idil'e karşı davranışlarını eleştirince araları açılır ama. Geçirdikleri küslük dönemi, iki gencin de kendilerini farklı konularda sorgulamalarına yardımcı olur. Sonu mutlu mu biter romanın yoksa hüzünlü mü, onu öğrenmeyi romanı okuyacak on iki yaş ve üstü gençlere bırakalım." Aslı Tohumcu

18 Nis 2010

İnsan Neresi...

1989’dan 2006’ya yayımladığı 13 şiir kitabıyla en üretken şairlerimiz arasında yer alan Aziz Kemâl Hızıroğlu, yazın yaşamına bir de roman (Tabanımdaki Çamur, 1996) sığdırmıştı. Hemen hemen her dergiye şiir yetiştiren Aziz Kemâl Hızır oğlu 14. şiir kitabına ilginç bir ad bulmuş: “İnsan Neresi” (Parşömen Yayınları, Mart 2009, 80 sayfa). Sevgili Aziz Kemâl’in, “Trajik ve yanıtı ikircikli bir soru, bu kitabın adı... Sahi Ustam ‘İnsan Neresi?” diye imzaladığı kitabında 42 şiir yer alıyor. Sorunun yanıtını, kitaba adını veren şiirde buluyoruz. Ruşen HAKKI

COTE: [TUR-L] [HIZI-39192]
(80 sayfa)

17 Nis 2010

Sarmaşık

2002 kışı, İstanbul. Ali Ferah, renkkörü hastalığına yakalanmış bir portre ressamıdır; Nobel ödüllü ilk Türk yazarı Salim Abidin ise artık harfleri tanıyamaz hale geldiği nörolojik bir hastalığın pençesindedir. Aynı yaşlardaki bu iki insan bir doktorun muayehanesinde tanışır ve akıllara durgunluk veren tesadüflerle sarmaşık misali birbirlerine dolanırlar. Hayatlarında kimler yoktur ki: Ali Ferah'ın katatonik şizofren kız kardeşi Hayal, tuhaf saplantıları olup hep aynı hikâyeyi anlatan annesi, Paris'ten apansızın çıkıp gelen eski sevgilisi Celine, İstanbul'da tutunmaya çalışan Ruslar Nadya, Oleg ve Ludmilla, evliliğinin dağıttığı Sedef, bir cinayetin aralarına soktuğu Kıbrıslı savcı ve konuk misafirler Picasso, Van Gogh, Nabokov, Milan Kundera... Doğrusu, her insan görünen yüzünün arkasında tuhaf bir hayat sürdürüp, pisliklerle dolu sırlar barındırmaz mı? Ayrıca, hanginiz kendi hayatınızda irin akıtan bir taraf olmadığını iddia edebilirsiniz?

16 Nis 2010

Huzursuz Bacak

İçimde yıllar sonra memlekete dönmüş olmanın sevinci, ellerimde bavullar, havaalanının kalabalık telaşından kurtulup bir taksiye doğru yürürken azıcık terlemiş alnıma huzurun sessiz, sakin, ama garip bir şekilde ürpertici eli dokunuverdi... Bavulları bıraktım, terimi sildim. Tam bu sırada o boz renkli kertenkele, ayaklarımın ucundan sessiz, sakin ama garip şekilde ürpertici bir bakışla süzülerek geçip gitti.

13 Nis 2010

Gezi Fısıltıları

Işıl Özgentürk bu kez "gezi cadısı" kimliğiyle haritanın yırtılmış, olmadık bir yerine, farklı coğrafyalara götürüyor okuru... Latin Amerika, Balkanlar, Uzak Doğu... Che'ye dostlardan selam götüren, mutlululuğun resmini Küba'da gören; Saraybosna'da hüzün yumağına dönüşüp Bangkok sokaklarında içten içe ağlayan bu kitapta Özgentürk kalbini ortaya koyuyor; sadece kalemini, kültürel birikimini, gördüklerini değil... Bir söz vardır, "insan her gittiği yere kendini de götürür" denir. Özgentürk bu kitabında gitmeden önce o yere ilişkin okuduğu tarih ve arkeoloji kitapları, romanlar, izlediği filmlerle gezi izlenimlerini ve gözlemlerini birleştirince gittiği yerlere daha bir anlam katıyor, geziyi daha bir anlamlı kılıyor. Işıl Özgentürk "Bırakın yol size sırlarını sunsun ve siz o sırlar dünyasında yepyeni bilgelikler edinin" diyor ve ekliyor: "Ve kendinizi yolun büyüsüne bırakın." (Arka kapak)

COTE: [TUR-91] [OZGE-38968]
(135 sayfa)

1948'de Gaziantep'te doğdu. Çocukluğu ve ilk gençliği bu kentte geçti. İ. Ü. İktisat Fakültesi'nde okudu. Üniversite yıllarında çeşitli tiyatrolarda hem yazar hem de oyuncu olarak yer aldı. Daha sonra çocuk edebiyatı alanında çeşitli ürünler verdi. Ardından yetişkinler için yazmaya başladı. Uzun yıllar Cumhuriyet'te röportajlar yaptı. Film senaryoları ve oyunlar yazdı. “Seni Seviyorum Rosa” ve “İstanbul Annendir Çocuğum” (Belgesel) filmlerinin senaryosunu yazdı ve yönetti. Film 11. İstanbul Film Festivali'nde 1992 Jüri Özel Ödülü'nün yanında ulusal festivallerde pek çok ödül kazandı ve yurtdışında çeşitli festivallerde Türkiye'yi temsil etti. Radyolarda çeşitli sohbet ve eğitim programları yapmakta olan Özgentürk, Cumhuriyet'teki köşe yazılarını da sürdürmektedir. Ayrıca, beş yıldır Kadıköy Belediyesi Aile Danışma Merkezi'ne bağlı Film Atölyesi'ni yönetmektedir. Yazarın senaryoları ve kitapları şunlardır: Senaryoları: “At” (1981), “Yılanı Öldürseler” (1981), “Bekçi” (1986), “Su Da Yanar” (1987), “Seni Seviyorum Rosa” (1992), “Balalayka (2000), Yuvadan Bir Kuş Uçtu (2003). Kitapları: “Kuş Ne Kadar Öter?” (Çocuk edebiyatı), Hayat Okulu (Çocuk edebiyatı), Mavi Karaca (Çocuk edebiyatı), Dünya'ya Masallar (Çocuk edebiyatı), Sessizlik ve Sırdır Ötesi, Hiçbirimiz Masum Değiliz.

12 Nis 2010

TARİHİN SAKLANAN YüZü

Geçmişimizdeki insan ilişkileri üstüne sanat alanında değişik çeşitlemeler yapma ve bunları insanlığın evrensel serüvenlerine armağan edebilme olanakları kısırlaşıp bücürleşti.

Daha önce yayınlanmış olan İdam Edilen 44 Vezir-i Azamın Dramı adlı kitapçıkta aynı ailenin kendi çevresindeki üst düzey kullara ne kadar acımasız ve ölümcül davrandığının profilini çizmeye çalıştığımız gibi...

Her iki kitap da Osmanlı ailesinin şimdiye dek su yüzüne çıkarılmak istenmemiş siyasal cinayetlerinin insanı dehşete düşüren kanlı bir antolojisidir.

Dondurulmuş ve çarpıtılmış bir tarih dogmatizmiyle insan aklının ortaklaşa yarattığı evrensel ve görkemsel sanat ve bilim kubbelerinden hiçbirine merdiven kurulamaz. Arka Kapak'tan

11 Nis 2010

Kürtler

"Bu yalnız Kürtlerin değil, Türklerin de kitabı. Biraz da Türkiye’de demokrasinin hallerine ışık tutan bir kitap.
Tarihî araştırma hiç değil. Bir gazetecinin notları. Ya da gündemine hâkim olmaya çalışan bir gazetecinin günlüğü sayılabilir. İddiası tarih yazmak, bir sorunu gelmişiyle geçmişiyle yerli yerine oturtmak da değil. Zaten böylesi, bir gazeteci için fazla iddialı olur.
Ne yapar gazeteci ?
Yola koyulur, gözler. Konuşur, izlenim edinir.
Kendisine söylenenle yetinmez, kafaların arkasında, kapalı kapılar ardında ne var, görmeye çalİşır. Kendini karşısındakinin yerine koyar, anlamak ister. Önyargılardan sıyrılarak değerlendirmeye çalışır gördüklerini, duyduklarını, öğrendiklerini. Not eder, haberleştirir, yorumlaştırır.
Bir kısmını da bekletir, ileride işine yarar diye saklar. Sonra bir gün hepsini harmanlar, daha kalıcı olabilmek umuduyla kitaplaştırır. Çünkü gazete yazısının yirmi dört saatlik ömrünün farkındadır gazeteci. Bu nedenle iz bırakabilmek hevesiyle kitap yazar.
'Tank Sesiyle Uyanmak', 'Demokrasi Korkusu', 'Tarihi Yaşarken Yakalamak', 'Özal Hikâyesi', 'Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım'dan sonra altıncı kitabım 'Kürtler' böyle ortaya çıktı.
Hazırlığı on sekiz yıl öncesine gidiyor.
Yazılması iki yıl sürdü.
PKK’nın Şemdinli ve Eruh baskınları 1984 yılı ağustos ayında patladı. O tarihte 'Cumhuriyet' gazetesinin genel yayın yönetmeniydim. Kürtleri, Güneydoğu’yu, Kürt sorununu öğrenmeye başlarken ne kadar bilgisiz olduğumu da gördüm.
1992 yılı başından itibaren 'Sabah' gazetesinde daha çok zaman ayırdım bu konuya. Sonra 'Milliyet'te devam ettim. Defalarca yalnız Güneydoğu’ya değil, Kuzey Irak’a, Beyrut’a, Bekaa Vadisi’ne, Şam, Washington, Londra ve Paris’e giderek sorunu değişik boyut ve oyuncularıyla kavramaya gayret ettim. Dağda askerle de yattım, PKK’lıyla da... Cumhurbaşkanları, başbakanlar, Genelkurmay başkanlarıyla da konuştum, Apo’yla da...
Türkiye Cumhuriyeti’nin PKK’ya karşı verdiği mücadelenin haklı ve meşru olduğunu savundum. Ama aynı zamanda devletin bu mücadeledeki yanlışlarını da eleştirdim.
Her türlü duyarlığı hissetmeye çalıştım.
Elbette eksiği gediği olan bir kitap. Bir fotoğraf çektim. Ne kadar net, bilemiyorum. Ama başkaları da fotoğraf çektikçe, görüntünün iyileşeceğine inanıyorum.
Tarihi geri çevirmek olanaksız!
Yaşananlardan ders çıkarıp geleceğe umutla bakalım."

Hasan Cemal, kitabın önsözü, 5 ocak 2003

COTE: [TUR-L] [CEMA-200237]
(587 sayfa)

10 Nis 2010

İç Dünya Oyunları

Akıl, Coşku, Öfke, Huzur, Hüzün, Kibir, Dürtü, Korku, Sağduyu, Haset, Tasa,Bellek, Utanç, Vicdan  toparlanıp hep birlikte bir tatile çıkıyorlar. Dolambaçlı ilişkilerinden bunalmış, şöyle rahat bir soluk almak istiyorlar. Her birinin isteği, diğerlerince engellenmeden dilediğini yapacağı hoş, özgür bir vakit geçirmek...
İsmi olup da cismi olmayan bu "var'lıklar istediklerine kavuşacaklar mı? ...


Çocuklar oyunla büyür, ya büyükler? Bazen büyükler de...

"Oyun" sözcüğü beni her zaman büyülemiştir. Onun asıl büyüsü, ciddiyetten uzak gibi görünürken, ciddi bir biçimde ve gerçeğin ta kendisi kadar etkilemesidir insanı. Oyun güldürür, kızdırır, öğretir, ağlatır, iyileştirir, olgunlaştırır...



COTE: [TUR-15] [TURK-39010]
(199 sayfa)  

4 Nis 2010

İhtiyar Kadın ve Tilki - La vieille femme et le renard

Bu masal 1960 lı yılların uzun kış gecelerinde Divriğinin Kayaburun Köyünde anlatılıyordu. 2000 kışında aynı köy kökenli birçok kişi (Gül, Saadet, Altun, Hasan,İlyas,Abdullah..) bu hikayenin tamamlanmasına katkýda bulundu.

Ce conte se racontait lors des soirées d'hiver au village de Kayaburun (Divriği), dans les années 1960. En hiver 2000, plusieurs personnes (Gül, Saadet, Altun, Hasan, Ilyas...) originaires de ce village ont contribué à le reconstituer. C'est une oeuvre de mémoire collective.

" Il y a très longtemps, une femme âgée trayait sa chèvre puis mettait le lait à l'abri dans une cachette. Mais un jour, un renard découvrit le lait. A chaque fois, il buvait tout. Alors, la vieille femme décida de guetter le voleur avec une grande hache et coupa la queue du renard. Pour qu'il puisse la récupérer, la vieille femme posa une condition : le renard devait récupérer tout le lait volé...

" Eski zamanlarda bir varmış , bir yokmus. Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler berber iken ve ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken...ihtiyar bir kadınla bir de keçisi vardı. İhtiyar kadın, keçisini sağar, sütü bir tencereye kor ve tencereyi de kilere saklardı. Fakat bir gün, bir tilki sütün yerini bulur. İhtiyar kadın, kimseye göstermeden sakladığı süt tenceresinin hergün boşaldığını görünce ne yapacagını bilemez olur. Hırsızın kim olduğunu bir türlü bulamaz.
Bir gün, nöbet tutmak için eline büyük bir balta alır ve evin giriş kapısının arkasına saklanır. Bir an gözlerine inanamaz ! Bir tilkinin sessiz adımlarla gizlice yaklaştığını görür. ...


http://www.kayaburun.com/aeb/belgeler/kitap

3 Nis 2010

YARATICI AKLIN SENTEZİ - Felsefeye Giriş

Şu sorularla karşılaştığımız, dahası kendimize de sorduğumuz olmuştur: "Nereden geliyoruz? Yaşamın anlamı ne? Nereye gidiyoruz?" Şu sorular da yabancımız değildir: "Bilimden ve teknikten ne bekliyoruz? Sanatsız niçin yaşayamayız? Ahlak, neden zorunludur? Kime ve ne için sorumluyuz? Özgür olmak ne demektir?" Daha da yakıcı bir soru: "Dünyamız adaletsizliklerle dolu; peki, insanların insanca yaşayacakları gerçekten adil ve barışçı bir dünya yaratamaz mıyız?"
Çoğu, dinin de sorup kendine göre yanıtladığı sorulardır bunlar. Ama onu da aşacak biçimde, doğa, toplum ve insan üstüne, akla ve bilimsel verilere dayanan bütünlüğüne bir görüş, ancak felsefeyle mümkün. İnsan zekasının bulduğu bu en anlamlı uğraşı niteleyen ve en başta da dinden ayıran, "özgür aklın sorgulaması"na dayanması. Bu sorgulama, eski Yunan'dan beri sürüyor ve insansoyu akla saygısını yitirmedikçe de sürecek.
(Arka kapak'tan)

COTE: [TUR-1] [TANI-20848]
(481 sayfa)

"Bir felsefe kurami, (bizi, tartismaya açiklari sorunlara egilmeye, onlar üzerine bizzat düsünmeye) bu uyariyi, bu çagiriyi ne kadar ustaca yaparsa o kadar degerlidir. Vaktiyle Alman filozofu Kant söyle demisit: "Felsefeden ögrenebilecegimiz tek sey vardir felsefe yapmak!"
sayfa 14

Eski yunanlilara göre, bu iki kavram ("bagimsizlasma", "bilgi") arasinda siki bir iliski de vardi: bizi bagimsizliga götürecek olan bilgidir ve kötü davranan kisi bir bilgisizdir herseyden önce. "Hiç kimse bile bile kötülük yapamaz" diyordu Sokrates. ...
Felsefe donup kalmayi sevmez. Paul Valéry'nin sözleri anlamli: "Sadece istridyelerle ahmaklar yapisip kalirlar!" diyor yazar. ...
Filosof dogruyu aramaya çikmistir ve öyle oldugu için alçakgönüllülükle söyledigi sudur: "Dogru ne benim elimde ne senin elinde, doru önümüzde"
sayfa 15

Deyim yerindeyse, bir kafa ve ruh egitimidir felsefe".
sayfa 16